Pinperest

16 Ocak 2020 Perşembe

Aman mezhepleri yakınlaştıralım araya boşluk girmesin



Adı İslam coğrafyasında kan ve gözyaşıyla anılan Kasım Süleymani’nin ölümüne haliyle sevinen biz Müslümanları eleştiren, Şiiler ile Sünniler arasında bir fark olmadığını iddia edenler oldu. İslam dünyasının içinde bulunduğu durum nedeniyle mezhep farklılıklarını konuşmanın zamanı olmadığı, büyük şeytan ABD ve İsrail’e karşı Müslümanların bir olması gerektiği konuşuldu yazıldı. 


Önce birkaç gerçeği tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var.

1-Kasım Süleymani klasik anlamda bir ordu komutanı değil resmi paramiliter bir teşkilat olan "Kudüs Gücünün" komutanıdır.

2- Kudüs Gücünün Kudüs ile tek bağı isminde Kudüs geçmesidir.

3- Süleymani'nin hizmet ettiği İran Şii Devleti, ABD'ye Irak ve Afganistan işgalinde destek vermiştir. Bu bir komplo teorisi değil, bizzat İran'ın eski Cumhurbaşkanları Mahmud Ahmedinejat ve Muhammed Hatemi'nin ifadesidir.

4- Kasım Süleymani terör örgütü PKK'yı Türkiye'ye yönelik saldırılarında cesaretlendirmiş, Suriye'deki faaliyetlerine açık destek vermiştir.

5- Kasım Süleymani, Afganistan ve Pakistan’da kurduğu bürolar aracılığıyla Şiileri alıp Suriye’de katliam yaptıran bir savaş suçlusudur. Hatta bunlar arasında çocuk yaşta olanlar dahi vardır.

6-“ İslam dünyasının içinde bulunduğu durumun” ABD kadar sorumlularından biri İran’dır. Suriye, Irak, Yemen, Afganistan, Pakistan, Lübnan ve hatta İran’da yaşananlar bunun en büyük delilidir. Kasım Süleymani'nin başında olduğu teröristlerin öldürdüğü Musullu masumların cesetleri halen yıkılmış binaların enkazında çürümektedir. Doğu Guta'da Kasım Süleymani'nin denetimindeki teröristlerin baskıları nedeniyle insanlar kedi ve fare yemek zorunda kalmıştır. (örnekleri bir kitap hacminde çoğaltmak mümkün)


Musul'da Kasım Süleymani'nin yönettiği Şii milislerin işkence ettiği Musullular'dan biri. 


Hal böyleyken sanki İran’ın “Ümmetin birlikteliği” gibi bir derdi varmış da biz Müslümanlar, “tarihsel meseleleri sürekli kaşıyormuşuz gibi” gevrek gevrek konuşmanın hâlâ muteber kabul edilmesi Türkiye’deki vahim tabloyu göstermektedir.

Şia ile Ehli Sünnet ve-l Cemaat arasındaki ihtilaf söylendiği gibi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’dan (A.S) sonra kimin halife olacağı konusundaki anlaşmazlık değildir. Meseleyi anlatanlar bildikleri halde, sanki “Şia Hz. Ali’nin Halife olmasını istiyordu, Sünniler de Hz. Ebubekir’in halife olmasını istiyordu, başka bir konuda ihtilaf içine düşmediler. “ gibi yaklaşıma girmek kolaycılıktır.

Şia kaynaklarında İmamet, bir iman meselesidir. 

Şia’nın Kutsal Hadis kitapları (Kütüb-i erbaa) arasında yer alan Kuleyni’nin El Kafi’sinden örnekler verelim:

Musa Kazım Hazretlerinin söylediği iddia edilen

 “Allah'ın kulları üzerindeki hücceti (kanıtı) ancak imamın varlığı ve tanınması ile gerçekleşmiş olur.”

Muhammed Bakır Hazretlerinin söylediği iddia edilen;

“Eğer imamın varlığı ortadan kaldırılsa, yeryüzü bir saat geçmez denizin içindekilerini dalgaya tuttuğu gibi üstündekilerini dalga dalga sarsar.”

Devam edelim, sıradaki rivayet Muhammed Bakır veya Cafer Sadık hazretlerine atfedilen;

“Kişi (kul) Allah'ı, Resulünü, bütün imamları ve zamanının imamını tanımadan, meselelerini zamanın imamına götürmeden ve verdiği karara teslim olmadan gerçek mü'min olamaz.”

Son olarak Caferi Sadık hazretlerinin söylediği iddia edilen şu rivayeti de ekleyip Kuleyni’de Ehli Beyt’e atfedilen yalan sözleri sonlandırayım.

“Musa (aleyhisselâm)’ın levhaları bizim yanımızdadır. Musa'nın asası bizim yanımızdadır. Biz, nebilerin mirasçılarıyız.”

Birkaç örnekle anlatmaya çalıştığım bu rivayetlerin olduğu tercümeyi Vahdettin İnce’nin tercüme ettiği son gözden geçireninse şimdilerde Kasım Süleymani’nin ne denli mübarek bir zat olduğunu anlatan Hüseyin Hatemi olduğunu söyleyeyim mesele daha iyi anlaşılsın.

Aradaki ihtilaflar bunlarla sınırlı mı? Elbette hayır. Humus, Mut’a, nikah şartları, mülk edinme (Şia’ya göre dünya mülkü İmama aittir. İmamın tasarrufu altında diğer insanlar bunu kullanabilir. Kullanma şartlarından en birincisi Şii olmak. Olmayansa işgalci ve onun malının bir hükmü yoktur. Suriye ve Irak’ta yıkılan binaları, harap edilen tarım arazilerini, bir de böyle düşünün)

İmamet meselesi Şia’da o kadar önemlidir ki Peygamber efendimizin bile bu konuda söz söyleme (haşa) hakkı yoktur. Zira bu (haşa) Allah’ın tayin ettiği bir durumdur.

Diyelim ki Şia’da bu konuda uzlaştık. Ne de olsa Hz. Hüseyin’in (R.A.) evlatlarının ümmetin faziletli insanları olduğu konusunda Ehli Sünnet’in de ittifakı vardır.

Fakat tam burada 11. İmam Hasan Askeri’nin doğmamış oğlu İmam Mehdi’yi nereye koyacağız? Zira erken dönem Şii kaynakları Hasan Askeri’nin vefatı sonrası bir oğlu olmadığını yazıyordu. İçine girdiği krizden kurtulmak için Hasan Askeri’ye bir oğlu tayin etmek ve onunda Gaybet’e gittiğinin açıklamasıyla bir çıkış yolu buldular.

İran Devrim Rehberi Hamaney, şu an Hasan Askeri’nin olmayan oğlu adına İran’ı yönetmekte.  Humeyni, kimsenin görmediği Hasan Askeri’nin oğlu Mehdi  (şia kaynaklarında Naibler ve büyük Şii âlimlere tevki vermesi dışında Mehdi’nin sadece Naiplere Humus ve Zekât vermeye yanaşmayan Şii bir topluluğa göründüğü iddia edilir) adına İran’da devletin sahibi oldu. 

Şimdilerde sesi soluğu pek çıkmasa da Irak siyasetini yöneten Taklidi Merci Ayetullah Ali Sistani bu Mehdi adına ABD’den yüz milyonlarca dolar aldı. (Ahir zaman alametleri arasında yer alan Mehdi’nin geleceğini inkar etmiyorum. İnkâr ettiğim Şia’da yaşadığı iddia edilen Mehdi)

Daha dini meselelerin yarısına bile gelmediğimiz durumda meseleler içinden çıkılmaz bir boyuta geldi. Ashabı Kiram’ı tekfir etmelerini, Hz. Aişe annemize attıkları iftirayı saymıyorum.(arada sadece bu ihtilaf olsa bile yeter de artar bence) Şia’nın kurucu alimlerinden Şeyh Müfid, Şeyh Tusi, Allame Hilli gibi isimlerde var olan Ehli Sünnet ve Türk düşmanlıklarına da hiç girmeyelim. 

Meseleyi tamamen siyasi bir düzlemde ele alalım.

İran bizim siyaseten dostumuz mudur?

Türkiye ve Brezilya’nın 2010 yılında İran’la imzaladığı uranyum takas anlaşmasının üzerinden sanki yüzyıllar geçmiş gibi değil mi? Bu olayın ardından İran Türkiye aleyhine neler yaptı bir bakalım:

PKK'yı Türkiye'ye karşı cesaretlendirdiler

Terör örgütünün kendi ülkesindeki uzantısı olan PJAK’a büyük operasyonlar düzenleyen İran’ın birden bire PJAK ile ateşkes ilan ettiği haberi herkesi şaşırtmıştı. PJAK ile anlaşan İran, Türkiye’nin PKK ile anlaşmasının önündeki en büyük engel olarak ortaya çıktı. Kandil’e kadar gidip PKK’lı elebaşlarına güvence veren İranlı komutanların Suriye’deki yeni durumdan PKK’nın faydalanacağını vaat etmeleri haberlere konu olmuştu. Suriye’de yapılanan PKK’ya maaş desteğini uzunca bir süre Suriye’deki Esed rejimi yani dolaylı olarak İran verdi.

Suriye ve Irak

Suriye’de başlayan sokak hareketleri İran’ın büyük tepkisini çekmiş, İran Esed’den yana tercihini kullanmıştı. (Suriye’de hâkim olan Nusayriliğin kurucusu İbn Nusayr, Şiiler tarafından yalancılıkla ve küfürle suçlanmıştır) Öyle ki Mısır’ın şehit devlet başkanı Muhammed Mursi’nin İran’daki Bağlantısızlar Hareketi toplantısındaki konuşmasını bile sansürlemişti.

İran tam tersini yapsa ne olurdu? Bir an için bu sorunun cevabını arayalım. Suriye’de halk hareketleri başlamış, Esed Rejimi katliam ile cevap veriyor ve İran Türkiye ile birlikte Esed’i durdurmaya çalışıyor. Esed devlet başkanlığını bırakıyor ve geçiş dönemi Türkiye ve İran’ın gözetiminde kansız geçiyor. İran’ın İslam ümmeti nezdindeki prestiji nasıl olurdu?

Daha da geriye gidelim. 2003 yılı ABD, Irak’ı işgal ediyor. Taklidi Merci Ayetullah Ali Sistani, Mehdi zuhur etmediği için Şiiler üzerine cihadın farz olmadığını açıklamış. Hemen akabinde Hamaney, yanına Haşimi Rafsancani, Muhammed Hatemi ve o sırada İran’da bulunan Muhammed Bakır El Hekim’i alarak Sistani’nin fetvasının geçersiz olduğunu açıklıyor ve Şiileri ABD’ye karşı Cihada çağırıyor. 

Yukarıdaki iki paragraf bir hayal olarak kaldı. İran, ABD ile birlikte Irak’ı işgal etti. Bağdat başta olmak üzere Sünnilerin yaşadığı pek çok kentte yapılan işkence ve zorunlu göçlerle bu şehirlerin demografik yapısı değiştirildi.

Şimdilerse İran karşıtı Iraklı Şii din adamı olarak gösterilen Mukteda Sadr, ABD ile arası bozulunca uzunca bir süre İran’da yaşadı. Halen İran karşıtı protestoları organize eden adam olarak İran’ın Kum kentinde dini eğitim alıyor. Hamaney’in dizinin dibinden ayrılmıyor ama Irak karşıtı.

İran Irak işgalinde ABD’nin yanında durmasının mükâfatını fazlasıyla aldı. Kerbela’da 2016 yılında İranlılar Hacı oldu. İran bütün bunları yaparken, Türkiye ne zaman Irak’la ilgilense bunu engelledi. Bunu kimi zaman Maliki gibi isimlerle, kimi zaman Haşdi Şabi gibi yamyamları aracılığıyla kimi zaman da bölgedeki halkı kullanarak yaptı.

Suriye’de başından beri Esed’i destekleyen İran, bir yandan Afganistan ve Pakistan’dan devşirdiği militanlarını Suriye cephesine sürerken diğer yandan medyası aracılığıyla Türkiye’nin teröre destek verdiğini iddia etti. Türkiye’deki uzantıları aracılığıyla bu iftirasını destekleyen İran,  Halep’i işgal ettiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı açıkça hedef aldı.  Halep düştükten sonraysa tam tersi yayınlarla Erdoğan’ın Halep konusunda kendilerine yol verdiğini iddia etti.
İran’ın Türkiye düşmanlığı bununla sınırlı kalmadı. Fırat Kalkanı Harekatı DEAŞ’a karşı olmasına rağmen İran tepki gösterdi. Afrin Harekâtı sırasında en büyük tepkiyi gösterenlerden biri İran ve medyasıydı. Pek çok yalan haber İran medyası aracılığı ile dolaşıma sokuldu. Afrin düşerken İran’ın emrindeki Şii milisler PKK’ya yardıma gitti.  Barış Pınarı Harekâtı’nda İran’ın tepkisi o kadar abartılıydı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkça İran’ı uyardı.

İran’ın yaptığı en büyük kahpeliklerden biriyse Allah’ın izni keremiyle boşa çıktı. İran’da yapılan İdlib konulu Astana buluşmasında İran, heyetler arası özel konuşmayı canlı yayına açtı. Bunu yaptığından ne Erdoğan’ın ne de Putin’in haberi vardı. 

Amaç, Erdoğan’ın İdlib’e askeri müdahaleye onay verdiğini (askeri müdahale dediğime bakmayın katliam, bildiğin dümdüz sivil katliamı) canlı yayında göstermekti. Erdoğan’sa insanüstü bir gayretle muhataplarını ikna etmeye çalıştı. Ruhani’nin suratı canlı yayından haberdar olduğunu gösteriyordu.

Hal böyleyken Vahdet’ten, İran düşerse Türkiye’nin düşmesinden bahsedenler bizim bilmediğimiz neyi biliyorlar ki bu iddiada bulunuyorlar merak ediyorum?