Pinperest

18 Ekim 2016 Salı

Suriye'de En Büyük Hatamız ABD'ye Fazla Güvenmek

Suriye ve Irak gündemimiz çok hızlı ilerliyor. Bir yandan Fırat Kalkanı Operasyonu, diğer yandan Başika kampı restleşmesi ve başlayan Musul Operasyonu dikkatimizi tekrar Suriye ve Irak’a vermemize sebep oldu. Bende konunun uzmanlarının görüşüne başvurmak istedim. İlk röportajımızı Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde çalışmalar yapan Ömer Behram Özdemir ile yapacağım. Ömer Behram Özdemir, 2009 yılında Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’ni bitirdi. “Avrupa’da Milliyetçi Ayrılıkçı Hareketler, IRA ve ETA örneği başlıklı teziyle Yüksek Lisansını tamamladı. Şu an Suriye ve silahlı hareketler üzerine çalışıyor.

1-Suriye Savaşının geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan sonrası için öngörüleriniz nelerdir?


Savaş o kadar uzun süredir yoğun ve yıkıcı bir şekilde devam ediyor ki ülkeden 5 milyon kişi başka ülkelere gitmek zorunda kaldı. Bu savaştan önce 20milyonun biraz üstünde nüfusa sahip olan Suriye için toplumsal yapısının felç olması demek. Ki ülke içerisinde yerinden yurdundan olanların sayısına bakıldığında her 2 Suriyeliden 1inin 2011 Ocak’ta yaşadıkları yerlerde yaşamadıklarını görüyoruz. Bu veriler Suriye’nin nasıl bir yıkım ve halkının nasıl bir travma yaşadığını bize göstermekte. Savaşa gelince tüm bu yıkımın ardından bile hem rejim ve destekçileri hem de Suriye muhalefeti savaşa devam etmekte. Bunda iki tarafın ötekini doğrudan varlığına tehdit olarak görmesi elbette etken ama asıl belirleyici durum dış aktörlerin tutumu. Muhalefetin destekçisi olan Türkiye, Katar ve Suud’a karşı olarak rejimin savunucusu İran’ı koyarak buradaki ihaleyi bölgesel aktörlere yığabiliriz ama bu cidden kolaya kaçmak olur. Şunu görmekteyiz ki hem Rusya hem ABD savaşın devamını ve oluşturacağı otorite boşluğunun ve “dış müdahaleye muhtaçlık” durumunun devamını arzu etmekte. Elbette Rusya ve Esad’ın muhalifler ve Esad söz konusu olduğunda farklı yaklaşımları var. Bu biraz da ikisinin Suriye üzerinden de rekabet ettiğini göstermekte. Yine de detaylardaki farka rağmen temelde iki büyük aktörün de savaşın bitmemesini istediğini düşünüyorum. Halep düşer mi? Düşerse ne zaman düşer ve ne etkisi olur? Bunlar sahada ivmenin bir tarafa dönmesi hususunda önemli olsalar da savaşın nihayete ermesi hususunda tek başına etkili değil. O yüzden ABD ve Rusya başta olmak üzere dış aktörler barışta ciddi olurlarsa –elbette bu barış rejimin her istediğinin olduğu değil muhalefetin onurunun da hesaba katıldığı bir barış olmalı- o zaman savaşın nihayetinden bahsedebiliriz.


2-Türkiye’nin Suriye politikası ve Fırat Kalkanı operasyonu hakkında ne düşünüyorsunuz?


Türkiye'nin Suriye Politikasını en az eleştireceğim nokta Türkiye'nin aldığı tavrın ahlakiliğidir. Suriye devriminin ve mazlum halkın yanında olarak Türkiye ahlaki testi büyük oranda geçmiştir. Lakin pratikte çokça hatalar yapıldı. Detaylara boğulmadan kısaca a) ABD başta olmak üzere Batılı "müttefiklere" rasyonalitenin ötesinde güven  b) Türkiye'nin mevcut kapasitesine göre planlama ve hedef koyma eksikliği c) Yetersiz kadrolar (Buradaki eleştiri sadece bürokrasiye değil medyadan akademiye kadar geniş bir yelpazeye. Bir özeleştiri diyelim). Fırat Kalkanı Harekâtına gelecek olursak Türkiye'nin bölgeye müdahalede oldukça geç kaldığını düşünüyorum. Buna yukarıda saydığım temel yanlışlara ek olarak 15 Temmuz ve takip eden süreçte gördüğümüz üzere Suriye sınır bölgesi ve Suriye'deki TSK harekâtlarından sorumlu komutanların FETÖcü oluşları gibi somut engelleri de ekleyelim. Yine de şu güne kadar Fırat Kalkanı harekâtına bakıldığında en ciddi eleştiriyi böyle bir harekâtın PR kısmının yetersizliğine yapmaktayım. TSK minimum askeri varlık ve kısıtlı ÖSO savaşçısı ile olabilecek en hızlı şekilde ilerlemekte. Eleştiriler yapılırken bölgenin yapısı, ÖSO unsurlarının bölgedeki gücü ve TSK'nın kara ve hava ateş gücünün etkinliğine bakılarak yapılırsa TSK-ÖSO ortaklığının yavaş ama güvenli bir şekilde ilerlediğini görürüz. Lakin el-Bab'a doğru inildikçe Türkiye ister istemez sahadaki askeri unsurlarının sayısını arttıracak. Hele de YPG ve Esad'dan evvel Bab'a ulaşılır ve kuşatma başlarsa şehir savaşında TSK'ya çok daha fazla görev düşecek. Bab sonrasında ise yeni dengeler söz konusu olacaktır zira Bab'ın ÖSO eline geçmesi en nihayetinde TSK destekli ÖSO ile Esad'ın sınırdaş olması anlamına gelecek. Böylesi bir durumda Türkiye'nin ilk etapta çatışmaktan kaçınacağını düşünüyorum. Yine de doğal süreç er ya da geç ÖSO ile Esad güçlerinin çatışmasıyla nihayete erer. Tabi tüm bunlar ÖSO'nun Bab'ı alması ihtimaline bağlı.


Başika Askeri kampı restleşmesi ve Irak politikamız hakkında ne düşünüyorsunuz?

Irak ve Suriye tam manasıyla parçalanma evresine geçerken Türkiye güneyden kuşatılma endişesi ile hamleler yapmakta. Fırat Kalkanı bu hamlelerin ilki. Başika ise Irak'ta İran'ın artan etkisine karşı Türkiye'nin ön alma çabası biraz da. Elbette Türkiye'nin kapasitesi hele de Başika mevzusunda kısıtlı. Yani Türkiye Şii milislerin Musul'a harekâtını engellemek hususunda yetersiz kalabilir. Musul'dan gelecek büyük bir mülteci dalgasıyla burada karşı karşıya gelebiliriz. Ama Türkiye Başika'yı kısa vadeli değil uzun vadeli bir hamle bir istasyon olarak görmekte. Burada Barzani ile yapılan ittifakta da İran etkisini görmekteyiz. IŞİD sonrası Irak'ta Sünni-Şii savaşının haricinde Şii-Kürt savaşı da olası senaryolardan. Barzani hem Haşdi Şabi'yi hem de Şengal'deki PKK'yı doğrudan tehdit olarak görmekte. Keza Kürdistan bölgesi siyasetinde İran destekli siyasi hareketlerin Barzani'ye karşı blokta güçlü olarak yer almaları Barzani'nin İran'a karşı da endişeleri hakkında bize fikir verebilir (KDP ile İran'ın husumetinin daha derin bir mazisi olduğunu da ekleyelim). Türkiye burada hem ortak tehditler paydasında Barzani ile bir ittifak oluşturmaya çalışmakta hem de şimdiye kadar yapmakta çok geciktiği şekilde Sünniler için de güvenebilecekleri bir aktör olmak arzusunda. Türkiye'nin Musul harekâtında radikal bir karar almadıkça etkisinin kısıtlı olmasını bekliyorum. Bununla birlikte Şii milislerin de Türkiye'ye doğrudan saldırma gibi Türkiye'ye koz verecek hamlelerden sakınacaklarını düşünüyorum. Elbette bu coğrafyada her hareket mantık çerçevesinde yapılmıyor onu da hep hatırlamak lazım.


İran’ın son yıllarda gösterdiği uluslararası arenada gösterdiği performans hakkındaki düşünceleriniz nedir?


İran objektif gözle bakıldığında kimi yerde sevk ve idare şeklinde doğrudan kimi yerde de maddi yardım ve fikri-siyasi destekle dolaylı olarak çokça cephede hareket halinde. Irak ve Suriye'de doğrudan savaşmakta. Lübnan'ın en güçlü yapısı Hizbullah İran'ın doğu Akdeniz jandarması. Yemen'deki yardım durumu Irak ve Suriye'den farklı olmakla birlikte bölgesel rakipleri Suudi Arabistan'ın sahadaki başarısızlığı da İran hanesine başarı olarak yazılabilir. Tüm bunlara karşın kimi şehir ve bölgelerde demografik değişiklikler yaşansa da söz konusu coğrafyalarda Şiilerin çoğunluk olarak yaşadıkları bölgeler hariç İran'ın kalıcı bir tahakküm kurmasının gerçekçi olmadığı kanaatindeyim. Bölgede 15 yıl önce olan iki güçlü dikta rejiminden Saddam bugün yok Esad'dan ise geriye zulmü ve ülke topraklarının 3'te 1'i kaldı. Bu boşluk ortamında İran güçlenebildiği kadar güçlenmek amacında. Zira er ya da geç İran bu savaşları daha fazla devam ettiremeyecek. Masaya oturulup tavizler verildiği zaman masada etkinlik alanı ne kadar geniş bir İran olursa verilen tavizlere ve yaşanacak geri çekilmelere rağmen masadan kalkılınca da o kadar güçlü bir İran olacaktır. Yani en azından İranlı karar alıcıların gelecek vizyonlarının böyle olduğu kanaatindeyim. Yok şayet cidden Şam-Bağdat-Beyrut başta olmak üzere geniş ve kalıcı bir hakimiyet alanı tahayyül ediyorlarsa ilerleyen yıllarda bugünkünün aksine büyük kayıplar ve "İran nerede yanlış yaptı" analizleri dinleyebiliriz.