Pinperest

25 Şubat 2016 Perşembe

Yusuf Kaplan ve Cevaplanması Gereken Sorular

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Yusuf Kaplan'ın önce Diyanet TV'de sonra da Rusyanın Sesi Radyosunda yaptığı açıklamalar bir kaç gündür konuşuluyor. Yusuf Kaplan özetle şunları söyledi. 

1-Mısır ve Suriye'de sıfır sorun politikasıyla hatalar yapıldı. 

2-Ülkeyi batırdılar. 

3- AB ve daha genel anlamda Batı Dünyasıyla aramıza mesafe koymak manyaklıktır. 

4-Recep Tayyip Erdoğan'ı savunan meşhur yazarlardan biri ABD'de paralel yapının ABD imamıyla görüştü. (Bunu Ülke TV'de katıldığı programda açıkladı. 

5-Yiğit Bulut TSK'nın dayatmasıyla Cumhurbaşkanı Başdanışmanı oldu. Recep Tayyip Erdoğan'ın bileği büküldü. 

6-Suriye' konusunda, "Türkiye'nin uzun vadeli kalıcı ve çok seçenekli politika üretmesi gerekirdi. Türkiye'nin muhalifler üzerinden oraya müdahil olma biçimi problemli. Ayrıca  hem Kürt coğrafyası hem de Suriye bölgesi için Batılı ilişkilerin koparılmaması gerekiyor. Batı ile herhangi bir şekilde karşı karşıya gelmemizden bir sonuç çıkaramayız. Kafamızı koparırlar"



Yusuf Kaplan'a bu açıklamaları sonrasında sosyal medyadan tepkiler geldi. Aynı zamanda İhsan Şenocak'tan Hakan Albayrak'a kadar bir çok değişik isimden Yusuf Kaplan'ın şahsına destek verildi. 


Yusuf Kaplan'a sosyal medyadan tepki gösterenlerin bazıları işi hakarete vardırınca kendisine yapılan tenkitlerin hepsi hakaret sepetine katılarak rafa kaldırıldı. Sosyal medyanın yanlış yorumlanmasıyla alakalı, fırsat bulursam bir yazı yazmayı düşünüyorum. Yusuf Kaplan'ın açıklamalarını yorumlamak ve belki bir kaç soru sormak istiyorum. Eğer blog yazısına sefil paçoz olarak tanımlanacaksa Yusuf Kaplan beyefendiye bir mektup yazabilirim.  Hadi başlayalım.  


1-a) Mısır ve Suriye politikalarının kaynağı sıfır sorun politikası değildir. Sıfır sorun politikası çatışmasızlık döneminde komşuların hepsiyle iyi geçinme ve iyi geçinme sonrası bazı siyasi ve ekonomik işbirliklerin olmasını sağlama amacını güden görüşün adıdır. Bu görüşün temellendiricisi, şimdi Başbakan olan Ahmet Davutoğlu'dur. 

1-b) Türkiye Suriye ve Mısır'da temel olarak yanlış yapmamıştır. Suriye'de Beşer Esed rejimine karşı çıkmıştır, Mısır'da da darbeci Sisi yönetimini eleştirmiştir. Bu yapılması gereken tek şeydir. Başka türlüsü bu iki rejimin katliamlarına destek manasına gelirdi. 

2-) Türkiye nasıl batmıştır? Bunu destekleyen veriler nedir? Azgın PKK saldırıları mı, yoksa ekonomik gelişmeler nedeniyle mi battık? Batıranlar kimdir? Tek başına Yiğit Bulut mu, yoksa Cumhurbaşkanı da sorumlu mudur? 


3-) Türkiye AB ve Batıyla Suriye ve Mısır Politikaları nedeniyle ters düşmüştür. Bildiğimiz kadarıyla ilişkiler kopmamış, hatta son zamanlarda tekrardan güçlenmiştir. Yusuf Kaplan beyefendi Batı Dünyasının Suriye ve Mısır politikalarından memnun mudur? Türkiye'de bu politikalara destek olmalı mıydı? AB ve daha genel anlamda Batı Dünyasıyla ilişkilerimizi kopartırsak neler olur? 


4-) Yusuf Kaplan Diyanet işlerinin kanalında bağıra çağıra söyleyeceklerini söyleyebiliyor, fakat cemaatin ABD imamıyla görüşen Recep Tayyip Erdoğan'ı destekleyen troll yazarın kim olduğunu söyleyemiyor. Amaç burada herkesin üzerinde bir şaibe bırakmak değilse nedir? Hem Erdoğan'ın etrafının sarıldığından bahsedeceksiniz hem de onu destekler gibi görünüp, Fethullah Gülen'den emir alan yazarın adını vermeyeceksiniz. Buradaki çelişkiyi anlamıyorum. 



5-) Önce Yiğit Bulut'un Erdoğan'ı gaza getirip Suriye ve Mısır'da hataya sürüklediğini iddia eden Yusuf Kaplan, Rusya'nın Sesi Radyosunda bu iddiasını bir adım ileriye götürerek Yiğit Bulut'un ordu tarafından dayatıldığını iddia etti. Öncelikle karar verelim, Erdoğan gaza mı geliyor yoksa yönetiliyor mu? Tam da Ak parti içindeki Ulu Çınarların Erdoğansız bir Ak parti çalışmalarına başladığı bir ortamda Erdoğan'ın aslında iddia edildiği gibi güçlü olmadığını iddia etmenin gerekçesi nedir?  



6-) Sputnik medya ağının bir kuruluşu olan Rusya'nın Sesi radyosuna konuşan Yusuf Kaplan'ın en acı, en anlamsız, en açıklama mecburiyeti olan görüşleri Suriye konusundaki görüşleridir. Yusuf Kaplan'a göre Suriye politikamız çok seçenekli olmalıydı. Seçenek ? Yani Türkiye Nusra, Ahrar, ÖSÖ yü dönüşümlü olarak mı desteklemeliydi?  Yoksa bir yıl muhalifleri bir yıl da Esed ve destekçilerini mi desteklemeliydi? Ya da arada kendisi sorumluluk alıp muhalifleri kimseye bırakmadan öldürmeli miydi? Ülkesine sığınan mültecileri önce kabul edip sonra Esed'e mi teslim etmeliydi? Nasıl çok seçenekli olacaktı Türkiye? 

Kaplan bu açıklamaları neden Rus Devletinin propaganda aracında yapıyor? Yeni Şafak'ta kendini pardon izinden gittiğini söylediği Sezai Karakoç'u ashaba benzeten Yusuf Kaplan, her gün yüzlerce Suriyeli Müslüman'ı öldüren Rusya'nın medya kanalına çıkarken hangi sahabeyi (allah onlardan razı olsun) örnek almıştır?  Batı ile karşı karşıya gelmemek için, PYD ile ittifak yapmamız, Esed ile ortak olmamız mı lazım? 


Yusuf Kaplan bu sorularıma cevap verirse aydınlanmış olacağım. İsterse adımı soyadımı, boy fotoğrafımı, CV'mi,  bir referans mektubumu, ikametgah adresimi, TC kimlik numaramı, askerlik belgemi ve öğrenim durumumu gösteren belgelerimi  kendisine ulaştırabilirim.  Yeter ki kafalarda oluşturduğu soru işaretlerini gidersin. 












23 Şubat 2016 Salı

Cihan Aktaş ve Linç Üzerine

Twitterda başlayan bir tartışma var. İslami camianın düşünür, yazar, çizerleri linç ediliyor ve bu planlı bir saldırıdır. Sosyal medyadan yazdıklarımla tam olarak derdimi ifade edemediğimi düşünerek, konuyu kendimce özetlemek istedim. 

Cihan Aktaş müslüman bir yazar. İslami camiada çok seviliyor, islami camiada bir çok kişi üzerinde emeği var. Mimar, aktivist, yazar. Herkesler üzerine titriyor. Camiamızda acayip seviliyor. Bunların hiç biriyle bir sorunum yok. Sorunum kendisinin Suriye Cihadı'nı Amerikancı ilan edip, üstüne İran halkının barışsever olduğunu söylemesi. Sorunum Guta katliamını eleştirirken-kimin yaptığı belli olan ama hala faillerini adına almadığı- bile bunu ABD'nin müdahalesine bahane olarak sunması. Sorunum İran yüzbinlerce müslümanı öldürürken, bunun için ordusundan kendisine sığınan Afganlara kadar tüm unsurlarını kullanırken çıkıp, arkadaş ben bu İran'a hüsnüzan beslemekte hata etmişim diyememesi. Cihan Aktaş'ın bizle ayrı şeyi düşünmeye hakkı yok mu elbette var. Kendisi İran'ın doğru yaptığını, Suriye'de öldürülen masumların pek de önemli olmadığını söyleyebilir. Bakın Kenan Çamurcu, Hüsnü Mahalli vb. isimler böyle yapıyor.  

Cihan Aktaş'ın 2009 yılında İran'ı cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası eleştirmiş olması onu temize çıkarmaz. Sadece İran'ın iç siyasetini Suriye'de öldürülen mazlumlardan daha önemli gördüğünü gösterir. 


Gelelim Cihan Aktaş'ın linç edilmesine. Cihan Aktaş kitaplarını yazıp, İstanbul'un önemli belediyelerinden birinde her ay gündemi yorumlayıp, Hz. Muhammedin hayatını anlatan en büyük internet sitesinde -ki sitenin kurucusu olan dernekte sayın Sare Davutoğlu'da yönetimde-  yazıyor. Ama Cihan Aktaş'a ve onu savunan şovalyelere bakarsak Cihan Aktaş linç ediliyor. Yapılan sadece yirmili yaşlarda bir gencin yaptığı keps. Siz hz. Peygamberin eşi müminlerin annesi Hz. Aişe validemize haşa  -fahişe- diyen şiiaya bile empatiyle yaklaşan insanlarsınız. Suriye'de öldürülen mazlumlar nedeniyle kinlenen bir gence de empatiyle yaklaşabilirsiniz. 


Cihan Aktaş benim bilmediklerimi biliyor olabilir. Mesela İran binlerce milisini Suriye'ye Sunnileri öldürmeye değil, tünel kazıp İsrail'i işgal etmeye göndermiştir. Ya da Suriye'de öldüğünü, işkence gördüğünü zannettiğimiz insanlar aslında öldürülmemiş, Kudüsü kurtarmak için hazırlanan gizli bir orduya asker yazılmış olabilir. Ya da butün bunlar İran sinemasının şiirsel diliyle bize yaşattığı duygular olabilir. Aydınlatıp beni kendisine beslediğim olumsuz düşüncelerden kurtarmasını bekliyorum.  Eğer doğru bildiklerimin aslında yanlış olduğunu ispat ederse kendisinden defalarca özür dileyecek, beni affetmesi için yalvaracağım. 






13 Şubat 2016 Cumartesi

Himalayalardan Esen Rüzgar

Kulislerde Türkiye'nin Suudi Arabistan ve Katar'la bir olup Suriye'ye operasyon yapacağı söylenirken, PKK Suriye ve Irak Sınırımızı tamamen ele geçirip bir devlet kurmaya hazırlanırken, Rusya Dünya savaşı uyarısı yaparken iktidar partisinde başlayan bir tartışmayı yorumlama çabası ilk bakışta beyhude hatta suflî bir uğraş gibi görünebilir. Maalesef bir kere söz verdim ve sözümü tutmam lazım. 
Aslında Türkiye'de son 4 yılda yaşanan bütün iç tartışmaların tamamının Suriye ile ilgisi var. Söz gelimi HDP/PKK doğuda Müslüman Kürtleri avlarken bunu İŞİD'le mücadele adına yapıyor. Düne kadar birbirlerinin parti binalarına satırlarla saldıran 3. sınıf sol partiler şimdi uzlaşı içindeyse bunu pek muhterem liderleri Beşer Esad hayranlığından yapıyor, ülkedeki ekonomik krizden bahsedenler konuyu Suriyeli Mültecilere getiriyor, PKK açılım sürecinde silah bırakmayı düşünürken,  karar değiştirip silahlı çatışmaya -üstelik eskisinden daha şiddetli- devam ediyorsa bu Suriye'deki mevcut konjonktürün kendisine sağladığı avantajlar ve yeni efendilerin isteklerinden kaynaklanıyor. 
Peki buraya kadar yazılanların Hüseyin Çelik'le ne alakası var? Şimdi oraya geliyorum. 
Hüseyin Çelik kendi ifadesiyle 15 Ocak 2016 tarihine kadar Ak Parti Genel Başkan Başdanışmanıydı  O tarihten bu yana sürekli yazıyor, röportaj veriyor. Gerekçesi şu "Eğer içerideki dar gruba bir şey söyleme, meram ifade etme, olması gerekenleri ve olmaması gerekenleri söyleme imkan ve şansınız kalmamışsa, siz mecburen aynı camianın dışarıdaki ve olup bitenlerden habersiz milyonlarca mensubuna hitap etmek durumunda kalırsınız."  Yani Hüseyin Çelik diyor ki artık bizim sözümüzü dinlemiyorlar. 15 Ocak sonrasından bahsediyor olmalı. Zira kendisi 15 Ocak'a kadar Genel Başkan Başdanışmanı olarak o dar grubun içinde. Yoksa niye o tarihe kadar o makamda kalsın değil mi? 
Hüseyin Çelik'e göre ülkenin 5 ana sorunu var. "1- Kutuplaşma 2- Dış politikanın allak bullak oluşu 3- Ekonomi iyi değil 4- Kürt Meselesi ve terörle mücadelede gelinen son nokta. 5. Paralelle mücadelenin bir paranoyaya dönüşmesi. " 
Dış politikanın allak bullak oluşundan neyi kast ettiğini bilmiyoruz. Türkiye'nin Suriye, Irak, İran ve Rusya ile olan sorunlarından bahsediyorsa bu sorunların asıl kaynağı Türkiye'nin Suriye'de yaşanan katliamlara karşı  dünyada en çok ses çıkaran ülke olması. Türkiye Beşer Esed'i başından beri desteklemiş olsa bugün ne Rusya ile arası bozulurdu, ne İranla ne de Irakla. Hüseyin Çelik bunu çok iyi biliyor. Allak bullak olmamış bir dış politika için önerdiğini söylemiyor ama herhalde aklından geçen Türkiye'nin muhaliflere, mültecilere destek olmamasıydı. Hem Esed işini çabuk bitirmiş olurdu hem de mis gibi 4 dost ülkemiz olurdu.

Ekonominin iyi gitmemesine örnek veriyor Hüseyin Çelik. Rusya ve Irak ile ihracatımızın düşmesi.  Irak'ta durum malum, İŞİD ve PKK'nın kontrol ettiği yerler var. Hüseyin Çelik bu bölgelerle ticaret yapmamızı önermediğini düşünüyorum. Geriye Irak merkezi hükumeti kalıyor. Onlarında petrol gelirleri ocak ayında petrol fiyatlarında düşüşe paralel olarak 2 milyar dolar azalmış. Dahası Irak yöneticileri her fırsatta Türkiye'ye olan düşmanlıklarını göstermekten geri durmuyor. Buna rağmen hâlâ ihracaat yapabilmek bir başarısızlık değil bir başarı olmalı değil mi ? Bir de Rusya var. Hüseyin Çelik belki bilmiyor ama Rusya'nın savaş uçağını düşürdük ve Ruslar bunun için bize biraz kızgınlar.  

Gerçi aynı Hüseyin Çelik üstelik aynı röportajında Ak Parti'nin 1 Kasım seçimlerinde aldığı oyun Ekonominin krize girmesini isteyenlerin verdikleri oylar neticesinde olduğunu söylüyor ama bu kadar kusur kadı kızında olur değil mi ?

Kürt Meselesi ve terörle mücadelede gelinen son nokta. Hüseyin Çelik'in bu konudaki görüşlerini biliyoruz. Bu konuda bir yazı yazdı çünkü.  Hüseyin Bey bu yazısında 2009'dan bu yana uyarılarının olduğu,2014'de PKK'nın yaptıklarını anlattıklarında bazı yetkili arkadaşların tepkileriyle karşılaştıklarını anlatıyor. 2014 yılında Hüseyin Çelik Genel Başkan Yardımcısı ve Parti sözcüsü bu arada. 

2013 yılında ise Hüseyin Çelik çözüm süreciyle ilgili görüşlerini bir röportajla anlatıyor aslında. Habertürk gazetesinden Kutlu Esendemir'e verdiği röportajda şunları söylüyor. "Oslo sürecindeki sabotaj gibi birileri ortaya çıkabilir. Bu tutanak sızdırması meselâ, hassas sürecin kırılgan taraflarındandır. Yarın birileri bir grup bir karakola saldırırsa bu durum kamuoyu nezdinde meseleyi sıkıntılı duruma sokar. Hükümet'in yapmak istediğini sabote etme yönünde olur, biz kamuoyundan şunu istirham ediyoruz. Bu süreçte arızalar olabilir, yol kazaları olabilir, teker patlayabilir. Ama hedeften bizi alıkoymaması gerekir. Başbakan yapısı itibarıyla pes eden bir insan değil. İnşallah sonuna kadar götüreceğiz ama her yaptığınız ameliyatın bazı komplikasyonlara da yol açabileceğini göz ardı etmemeniz lazım."




Hüseyin Çelik 2009 yılından 2014 yılına kadar bu minvalde uyarılarda bulunduysa gelinen durumdan niçin rahatsız bunu anlamak mümkün değil. 


Bu zamana kadar neden sustunuz sorusuna, "ülke zor durumdan geçiyordu, eleştirilerimizi yaptık ama kenetlenmemiz gerekiyordu" cümleleriyle açıklama yapan Hüseyin Çelik yanı başımızda bir dünya savaşı yaklaşırken şimdi neden bu kadar konuşuyor bunu merak ediyorum. Her şey güllük gülistanlıksa neden eleştiriyorsunuz, değilse o zaman neden istifa ederek ülkemizi aydınlatmadınız, ve bu politikaları uygulayan ekibin içindeydiniz? Aydınlanma yaşadıysanız bunu bilmek hakkımızdır. Yok geçmişte basına yaptığınız açıklamaların dışında partide farklı konuştuysanız ve gerçekten sözünüz dinlenmediyse neden bu kadar süre beklediniz? Eğer ülkenin durumu diyorsanız yaptığınız açıklamalardan anlaşılan sizin söyledikleriniz dinlenmediği için bugün bu noktada olduğumuz. Çıksaydınız aslanlar gibi, "bu partide benim uyarılarım dikkate alınmıyor, bence bunlar bunlar yanlıştır ve devam ettikçe ülkemiz bir girdabın içine girecektir" deseydiniz daha iyi olmaz mıydı? Belki memlekete büyük bir faydanız dokunurdu. 



Bir de paralelle mücadelenin paranoyaya dönüştüğü meselesi var ki bunu yazmaya vaktim maalesef yok. Ben bir blog yazarıyım ve bir evim, ailem var. 



Sahi olayların Suriye ile alakasını da kuramadık. Bütün enerjimizi bu kısır, "benim partim, ben neden dışarıdayım, beni neden vekil/bakan  yapmadınız?" tartışmalarını yorumlamaktan Suriyeyi konuşamadık.  Belki de Himalayalar'dan görünen Suriye'yi konuşmanın gereksiz olduğudur ne biliyoruz?






10 Şubat 2016 Çarşamba

ULU ÇINAR'IN GÖLGESİ

Uzun zamandır yazmak istediğim konulardan biri Türkiye’de yaşanan muhalefet sorunu ve bu sorunun çözümü için yapılması gerekenlerdi. Ertelenen yazıların rahatsızlığını hissetmek insana hem huzur hem de artı bir rahatsızlık katıyor. Bu ertelemeyi biraz daha devam ettirip şimdilerde gündemde yer edinen, Ak Partideki “Ulu Çınarların”, “Everest Tepesini taşıyan Himalayalar’ın” başlattığı tartışmadan anladıklarımı yazacağım. 


Aslında Ak Parti için parti içinden aykırı sesleri çıkması ilk defa yaşanan bir hadise değil. Daha önceleri Erkan Mumcu, Abdullatif Şener, Nevzat Yalçıntaş, Yaşar Yakış ve adını şimdi hatırlayamadığım birçok isim Recep Tayyip Erdoğan ile anlaşamadı. Nevzat Yalçıntaş’ı en son Rus Televizyonlarında gördük, Yaşar Yakış Zaman gazetesine yazar oldu diğerleri nerededir neler yapar bilmiyorum. Amacım Recep Tayyip Erdoğan’a karşı gelirseniz sonunuz böyle olur demek değil. Netice de yukarıda zikrettiğim isimlerin karşı çıkış nedenleri farklı farklıydı. Abdullatif Şener Cumhurbaşkanı olmayı düşünüyordu mesela, Nevzat Yalçıntaş’ın meselesi İTO başkanı olan oğlu muydu yoksa başka bir şey mi hatırlamıyorum. 

Bugün yaşanan dalgaysa bundan öncekilere benzemiyor. Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin, Suat Kılıç birlikte hareket ediyor ve paslaşıyor. Partiden istifa etmek gibi bir düşünceleri görünüşe göre yok, tam tersi tüm söylemlerinde partiyi öne çıkartarak  konuşuyorlar. O kadar kibar ve naifler ki insanın önlerinde siper olası geliyor. Örneğin Bülent Arınç için deniyor ki; “Ey Bülent Arınç, sen makam peşindeyken hiç böyle konuşmuyordun, şimdi ne oldu”. Külliyen yalan, Bülent Arınç hep konuşuyordu. 

Varsın Bülent Arınç kendisini hiç dinlemeyen, defalarca söylemlerinin tersini söylediği Recep Tayyip Erdoğan’a karşı gelip hiç istifa etmemiş olsun. Varsın, makam mevki peşinde olmayan Bülent Arınç 2002-2007 arası meclis başkanlığı, 2009-2015 arası Başbakan Yardımcılığı yapmış olsun, varsın düne kadar nefsine ağır gelen şeylere partisi ve lidere itimat düsturu ile susmuş olsun. Ya da bu açıklamaları Taha Akyol gibi manidar bir isme ve kardeşi gibi gördüğü siyasi liderine açıkça saldıran bir kanalda yapmış olsun ne var bunda? O herkesin Bülent Ağabeyi. Mazlumların tek umudu, öyle ki çok sevdiği kardeşi gibi gördüğü aralarına kimsenin giremeyeceği Tayyip Erdoğan’ı en hafifinden asmak isteyen Gülen Grubunun haklarını korumak için gerekirse Cübbesini giyip avukatlık yapmak isteyecek kadar yüce gönüllüdür. 


Kendisinin bu avukatlıkları çok meşhurdur, İBDA, MUSTAZAFDER, Sivas davalarında inanılmaz iyi savunmalar yapmıştır. Mavi Marmara Davasında İsrail'i en çok köşeye sıkıştıran avukat kendisidir.  Bugün Salih Mirzabeyoğlu çıkmışsa bu Arınç sayesindedir. Hem kendisi Recep Tayyip Erdoğan’a karşı değildir ki, etrafını saranlara karşıdır. 30 yıllık dostu, 15 yıllık lideri onu dinlemiyorsa, sözlerini değersiz buluyorsa bu onun kabahati midir? 


Bülent Arınç elbette doğru bildiklerini anlatacaktır. Hem o dürüstlüğüyle bilinir. Asla kimseyi tehdit etmez, kendisi koca çınar olduğu için bazı hakikatleri şimdilik açıklamaz. O saat 15.00’de açıklama yapacağını söyleyip 17.25’e kadar beklerken insanların mesailerinin bitmesini beklemektedir. Art niyetli düşünenin yarası vardır. Kendisi nezaket timsalidir, canlı yayında insanlara asla hakaret etmez. Cübbesini giymek için sabırsızlandığı Gülen grubunun üç yıldır ahlaksızca saldırdığı bir yazara hakaret etmeyi kendine hak görmüş olabilir, bu onun saygısızlığına değil abiliğine delildir. 


Bülent Arınç daha çok konuşmalıdır. Örneğin MİT Tırları gerçekten Can Dündar'ın iddia ettiği gibi İŞİD'e mi gitmiştir. Eğer İŞİD'e gittiyse kendisi Başbakan Yardımcısı olarak niye o zaman müdahale etmemiştir? Eğer İŞİD'e gitmediyse Can Dündar'ın tutuklanmasına neden karşıdır?


 Ve ilk fırsatta Ak parti kongresinde aday olmalıdır ya da kendisi gibi düşünenlerden birini aday gösterip desteklemelidir. Ak Parti’de bunu yapamıyorsa, tıpkı “ Ak Partiyi kurduğu gibi” başka bir parti kurup siyaset yapmalıdır. Çınar’ın gölgesinde gizlediği hakikatleri de tek tek anlatmalıdır. Dürüstlük, kimseden korkmamak, makam mevki meraklısı olmamak bunu gerektirir.