Suriye ve Irak gündemimiz çok hızlı ilerliyor. Bir yandan Fırat Kalkanı Operasyonu, diğer
yandan Başika kampı restleşmesi ve başlayan Musul Operasyonu dikkatimizi tekrar
Suriye ve Irak’a vermemize sebep oldu. Bende konunun uzmanlarının görüşüne
başvurmak istedim. İlk röportajımızı Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde
çalışmalar yapan Ömer Behram Özdemir ile yapacağım. Ömer Behram Özdemir, 2009
yılında Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’ni bitirdi. “Avrupa’da Milliyetçi
Ayrılıkçı Hareketler, IRA ve ETA örneği başlıklı teziyle Yüksek Lisansını
tamamladı. Şu an Suriye ve silahlı hareketler üzerine çalışıyor.
1-Suriye Savaşının geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan
sonrası için öngörüleriniz nelerdir?
Savaş o kadar uzun süredir yoğun ve
yıkıcı bir şekilde devam ediyor ki ülkeden 5 milyon kişi başka ülkelere gitmek
zorunda kaldı. Bu savaştan önce 20milyonun biraz üstünde nüfusa sahip olan
Suriye için toplumsal yapısının felç olması demek. Ki ülke içerisinde yerinden
yurdundan olanların sayısına bakıldığında her 2 Suriyeliden 1inin 2011 Ocak’ta
yaşadıkları yerlerde yaşamadıklarını görüyoruz. Bu veriler Suriye’nin nasıl bir
yıkım ve halkının nasıl bir travma yaşadığını bize göstermekte. Savaşa gelince
tüm bu yıkımın ardından bile hem rejim ve destekçileri hem de Suriye muhalefeti
savaşa devam etmekte. Bunda iki tarafın ötekini doğrudan varlığına tehdit
olarak görmesi elbette etken ama asıl belirleyici durum dış aktörlerin tutumu.
Muhalefetin destekçisi olan Türkiye, Katar ve Suud’a karşı olarak rejimin
savunucusu İran’ı koyarak buradaki ihaleyi bölgesel aktörlere yığabiliriz ama
bu cidden kolaya kaçmak olur. Şunu görmekteyiz ki hem Rusya hem ABD savaşın
devamını ve oluşturacağı otorite boşluğunun ve “dış müdahaleye muhtaçlık”
durumunun devamını arzu etmekte. Elbette Rusya ve Esad’ın muhalifler ve Esad
söz konusu olduğunda farklı yaklaşımları var. Bu biraz da ikisinin Suriye
üzerinden de rekabet ettiğini göstermekte. Yine de detaylardaki farka rağmen
temelde iki büyük aktörün de savaşın bitmemesini istediğini düşünüyorum. Halep
düşer mi? Düşerse ne zaman düşer ve ne etkisi olur? Bunlar sahada ivmenin bir
tarafa dönmesi hususunda önemli olsalar da savaşın nihayete ermesi hususunda
tek başına etkili değil. O yüzden ABD ve Rusya başta olmak üzere dış aktörler
barışta ciddi olurlarsa –elbette bu barış rejimin her istediğinin olduğu değil
muhalefetin onurunun da hesaba katıldığı bir barış olmalı- o zaman savaşın
nihayetinden bahsedebiliriz.
2-Türkiye’nin
Suriye politikası ve Fırat Kalkanı operasyonu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye'nin Suriye Politikasını en az eleştireceğim
nokta Türkiye'nin aldığı tavrın ahlakiliğidir. Suriye devriminin ve mazlum
halkın yanında olarak Türkiye ahlaki testi büyük oranda geçmiştir. Lakin
pratikte çokça hatalar yapıldı. Detaylara boğulmadan kısaca a) ABD başta olmak
üzere Batılı "müttefiklere" rasyonalitenin ötesinde güven b)
Türkiye'nin mevcut kapasitesine göre planlama ve hedef koyma eksikliği c)
Yetersiz kadrolar (Buradaki eleştiri sadece bürokrasiye değil medyadan
akademiye kadar geniş bir yelpazeye. Bir özeleştiri diyelim). Fırat Kalkanı Harekâtına
gelecek olursak Türkiye'nin bölgeye müdahalede oldukça geç kaldığını
düşünüyorum. Buna yukarıda saydığım temel yanlışlara ek olarak 15 Temmuz ve
takip eden süreçte gördüğümüz üzere Suriye sınır bölgesi ve Suriye'deki TSK harekâtlarından
sorumlu komutanların FETÖcü oluşları gibi somut engelleri de ekleyelim. Yine de
şu güne kadar Fırat Kalkanı harekâtına bakıldığında en ciddi eleştiriyi böyle
bir harekâtın PR kısmının yetersizliğine yapmaktayım. TSK minimum askeri varlık
ve kısıtlı ÖSO savaşçısı ile olabilecek en hızlı şekilde ilerlemekte. Eleştiriler
yapılırken bölgenin yapısı, ÖSO unsurlarının bölgedeki gücü ve TSK'nın kara ve
hava ateş gücünün etkinliğine bakılarak yapılırsa TSK-ÖSO ortaklığının yavaş
ama güvenli bir şekilde ilerlediğini görürüz. Lakin el-Bab'a doğru inildikçe
Türkiye ister istemez sahadaki askeri unsurlarının sayısını arttıracak. Hele de
YPG ve Esad'dan evvel Bab'a ulaşılır ve kuşatma başlarsa şehir savaşında TSK'ya
çok daha fazla görev düşecek. Bab sonrasında ise yeni dengeler söz konusu olacaktır
zira Bab'ın ÖSO eline geçmesi en nihayetinde TSK destekli ÖSO ile Esad'ın
sınırdaş olması anlamına gelecek. Böylesi bir durumda Türkiye'nin ilk etapta
çatışmaktan kaçınacağını düşünüyorum. Yine de doğal süreç er ya da geç ÖSO ile
Esad güçlerinin çatışmasıyla nihayete erer. Tabi tüm bunlar ÖSO'nun Bab'ı
alması ihtimaline bağlı.
Başika
Askeri kampı restleşmesi ve Irak politikamız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Irak ve Suriye tam manasıyla parçalanma evresine geçerken Türkiye güneyden
kuşatılma endişesi ile hamleler yapmakta. Fırat Kalkanı bu hamlelerin ilki.
Başika ise Irak'ta İran'ın artan etkisine karşı Türkiye'nin ön alma çabası
biraz da. Elbette Türkiye'nin kapasitesi hele de Başika mevzusunda kısıtlı.
Yani Türkiye Şii milislerin Musul'a harekâtını engellemek hususunda yetersiz
kalabilir. Musul'dan gelecek büyük bir mülteci dalgasıyla burada karşı karşıya
gelebiliriz. Ama Türkiye Başika'yı kısa vadeli değil uzun vadeli bir hamle bir
istasyon olarak görmekte. Burada Barzani ile yapılan ittifakta da İran etkisini
görmekteyiz. IŞİD sonrası Irak'ta Sünni-Şii savaşının haricinde Şii-Kürt savaşı
da olası senaryolardan. Barzani hem Haşdi Şabi'yi hem de Şengal'deki PKK'yı
doğrudan tehdit olarak görmekte. Keza Kürdistan bölgesi siyasetinde İran
destekli siyasi hareketlerin Barzani'ye karşı blokta güçlü olarak yer almaları
Barzani'nin İran'a karşı da endişeleri hakkında bize fikir verebilir (KDP ile
İran'ın husumetinin daha derin bir mazisi olduğunu da ekleyelim). Türkiye
burada hem ortak tehditler paydasında Barzani ile bir ittifak oluşturmaya
çalışmakta hem de şimdiye kadar yapmakta çok geciktiği şekilde Sünniler için de
güvenebilecekleri bir aktör olmak arzusunda. Türkiye'nin Musul harekâtında
radikal bir karar almadıkça etkisinin kısıtlı olmasını bekliyorum. Bununla
birlikte Şii milislerin de Türkiye'ye doğrudan saldırma gibi Türkiye'ye koz
verecek hamlelerden sakınacaklarını düşünüyorum. Elbette bu coğrafyada her
hareket mantık çerçevesinde yapılmıyor onu da hep hatırlamak lazım.
İran’ın
son yıllarda gösterdiği uluslararası arenada gösterdiği performans hakkındaki
düşünceleriniz nedir?
İran objektif gözle bakıldığında kimi yerde sevk ve idare şeklinde doğrudan
kimi yerde de maddi yardım ve fikri-siyasi destekle dolaylı olarak çokça
cephede hareket halinde. Irak ve Suriye'de doğrudan savaşmakta. Lübnan'ın en
güçlü yapısı Hizbullah İran'ın doğu Akdeniz jandarması. Yemen'deki yardım
durumu Irak ve Suriye'den farklı olmakla birlikte bölgesel rakipleri Suudi
Arabistan'ın sahadaki başarısızlığı da İran hanesine başarı olarak yazılabilir.
Tüm bunlara karşın kimi şehir ve bölgelerde demografik değişiklikler yaşansa da
söz konusu coğrafyalarda Şiilerin çoğunluk olarak yaşadıkları bölgeler hariç
İran'ın kalıcı bir tahakküm kurmasının gerçekçi olmadığı kanaatindeyim. Bölgede
15 yıl önce olan iki güçlü dikta rejiminden Saddam bugün yok Esad'dan ise
geriye zulmü ve ülke topraklarının 3'te 1'i kaldı. Bu boşluk ortamında İran
güçlenebildiği kadar güçlenmek amacında. Zira er ya da geç İran bu savaşları
daha fazla devam ettiremeyecek. Masaya oturulup tavizler verildiği zaman masada
etkinlik alanı ne kadar geniş bir İran olursa verilen tavizlere ve yaşanacak
geri çekilmelere rağmen masadan kalkılınca da o kadar güçlü bir İran olacaktır.
Yani en azından İranlı karar alıcıların gelecek vizyonlarının böyle olduğu
kanaatindeyim. Yok şayet cidden Şam-Bağdat-Beyrut başta olmak üzere geniş ve
kalıcı bir hakimiyet alanı tahayyül ediyorlarsa ilerleyen yıllarda bugünkünün
aksine büyük kayıplar ve "İran nerede yanlış yaptı" analizleri
dinleyebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder