Gündem fukaralığımızdan mıdır nedir, Bülent Arınç ile Başbakan'ın öğrenci evleri meselesinde farklı konuşması dahası bugün Arınç'ın TRT TÜRK kanalında yaptığı açıklamalar gündemi hareketlendirdi. Ak Parti çatırdıyor diyen mi dersiniz, Bülent Arınç'tan daha ileri adımlar bekleyen mi dersiniz. Ortalık şenlendi yani.
Ben de arşivime bakmaya ihtiyaç duymadan aklımda kalan Bülent Arınç ile Recep Tayyip Erdoğan'ın aynı düşünmediği olayları yazmaya karar verdim. (o favlayanlar tek tek paylaşmazsa göstereceğim onlara )
1- 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidar olan Ak Parti, meclis başkanlığı için uzlaşmacı bir isim seçmek ister. Parti genel başkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Abdullah Gül'ün aklından bir isim geçer: Vecdi gönül. Tam o dönemde Bülent Arınç; "Ben meclis başkanı olacağım" der. Bakalım o olay medya da nasıl yer almış.
2- 1 Mart 2003, Irak tezkeresi Mecliste oylanıyor. Recep Tayyip Erdoğan tezkerenin geçmesi için bastırıyor. Bülent Arınç Meclis başkanı ve karşı olduğunu açıklamaktan geri durmuyor. Mecliste oylama olur, 264 evet oyu çıkar. CHP salt çoğunluk sağlanmadı der, Bülent Arınç dönemin Başbakanı Abdullah Gül'ün ayağa kalkmasına bile aldırmadan CHP'yi haklı bulur ve gizli oturumu kapatır. Sonrasında yaptığı açıklama manidardır; "big brother bizi bir aydır izliyordu"
3- 2007 yılındayız. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ülke gündeminde. Meydanlarda Çankaya Köşkünü kaptırmamak için yüzbinlerce kemalist bağırıyor. Ak Partinin adayı olarak, Vecdi Gönül, Köksal Toptan hatta Deniz Ülke Arıboğan'ın adı geçmekte. Bülent Arınç gene devreye girer ve önce yaptığı Dindar Cumhurbaşkanı seçilecek sözüyle sınırı belirler, sonra da Başbakan'a rest çeker: " Ya siz aday olun, ya Abdullah Gül aday olsun, yoksa ben aday olacağım. "
4- Tarih 2008, CHP'nin grup başkan vekili Kemal Kılıçdaroğlu Ak Partinin önemli isimlerinden Şaban Dişli hakkında belgeler açıklar. Şaban Dişli'nin konuşulduğu MYK toplantısına o dönem MYK üyesi olmadığı halde giren bir isim vardır: Bülent Arınç . Şaban Dişli'yi çok sert bir şekilde uyarır ve Dişli istifa eder. (Şaban Dişli halen daha genel başkan danışmanı )
5- 7 Şubat 2012 yani Meşhur Mit krizi. Bülent Arınç bir açıklama yapar. açıklama uzun uzun karşı çıkar lakin güzel bir cümlesi vardır, diğer bakanlardan farklı olarak. " Ama buna rağmen çağrılmışlarsa savcıdır, çağırır, buna bir şey diyemem."
6- Gezi Parkı olayları. Bülent Arınç'ın başbakan uçaktayken yaptığı açıklama yenidir. Ve akabinde başbakan tarafından reddedilmesi, hatta bazı iddialara göre başbakanın dönüşünde ciddi şekilde tartışmaları. (bu iddiadır )
Bunlar aklıma ilk gelenler. Osman Baydemir'le iyi geçinmesi (üstelik o dönemler BDP'nin meclisten çıkartılacağı konuşuluyor ), başbakanın desteklediği davalar için yaptığı açıklamalar hep arşivlerde bekliyor.
Bütün bunlar olmuşken Bülent Arınç'ın bugün yaptığı açıklamalardan ciddi kriz bekleyen avcunu yalar. Bülent Arınç bu döneminin son dönem olduğunu defalarca dile getirmiştir. Sanki birden bire siyasete ara vereceğini söylemek , bundan AK Partiyi parçalayacak bir kriz ummak hayalciliktir. Abdullatif Şener gibi bir örnek varken, Milli Görüş kanadından gelen hiç bir isim kolay kolay isyan bayrağı açamaz. Hele Bülent Arınç gibi yılların kurt siyasetçisi bunu asla yapmaz. Evet gönlünden Cumhurbaşkanlığı geçmektedir. Bunun içinde başbakan gibi gerilim değil, uzlaşmacı bir profil çizmek istemektedir. Fakat bu tutup da gemileri yakacağı anlamına gelmez. Kimse boşa hayal görmesin.
Acı olan, bu kadarcık bir gerilimin bile "iktidarı yıktık" sevinciyle karşılanmasıdır. Ak partiyi yenmek için Ak Parti içinden muhalif birilerinin çıkmasını beklemek Türk Siyasetinin kabızlığına örnek olarak yeter.
Pinperest
8 Kasım 2013 Cuma
9 Ekim 2013 Çarşamba
İstanbul Trafiğine Çözüm Önerileri
1-Evin Avrupa Yakası'nda işin Anadolu Yakasında olmaz, evini iş yerine yakın yerde tut.
2-Evini tutamadın mı iş yerinde kal. Hafta sonları eve gidersin. Bak dünya devi Çin'e. Hem mesaiye geç kalma derdi yok hem de trafikte bekleme çilesi.
3-Yok; "ben iş yerinde kalamam " diyorsan mesaiye kal. Zaten bütün gün işten kaytarıyorsun. Saat dokuzda işten çıksan ölür müsün?
4-Eskiden ne güzel kahveye gider okey oynardın, şimdi akıllı telefonlar elin de okey oynuyorsun. Bu kahveciler taş mı yiyecek.
5-Baktın metrobüs dolu, trafikte sıkışık. Eziyet çekeceğine yürü biraz kardeşim. Zaten spor yapmıyorsun, elli yaşına gelince kalp yetmezliğinden ölmek mi istiyorsun. Hadi ölsen gene iyi, hasta olacaksın devletin hastaneleri sana bakacak. Mecbur mu? Yürü biraz. Misal çık Kadıköy'den Burhaniye'ye kadar yürü. Ayakların mı acır?
6-Sen, hem arabası olan hem de tam mesai saatinde yola çıkıp sonra da yüzü kızarmadan trafikten şikayet eden sana diyorum; niçin arabanla alternatif yolları kullanmıyorsun. Kartal'dan çıkıp Bakırköy'e kadar trafiği mahvedene kadar, Kartal'dan arabalı vapura binip Yalova'ya geçsen oradan da tekrar arabalı vapurla Yenikapı'ya gitsen hem trafiği rahatlatacaksın, hem daha az yakıt harcayıp çevreyi temiz tutacaksın hem de deniz havası alacaksın. Efendim; çok para tutar mı dedin. Araba almayı biliyorsun ama?
7-İstanbul'da yüzlerce AVM var. Niçin onlarda vakit geçirmeyi aklına getirmedin? Nedir bu eve bir an önce gitme telaşın?
8-Köyünü özlemedin mi? Trafik yok, yeşillik, mis gibi meyve ve sebzeler. Köyüne dönmek için daha ne bekliyorsun. İş mi? Sana iş mi yok Allah aşkına, taşı sıksan suyunu çıkartırsın maşallah.
9-Lafa gelince; İstanbul çok güzel, Boğaz harika diyorsun en son ne zaman boğazı yüzerek geçtin? İstanbul'da yaşamanın tadı sadece Metrobüs'e binerek alınmaz. Yüzme mi bilmiyorsun. Yüzme kursuna git o zaman. Bak gene mesai saati trafiğinden yırttın.
10-Niçin başkasının işinde çalışmak zorundasın? Neden evde küçük şeyler yapıp bunları mahallenin okulunda satarak zengin olma yoluna gitmiyorsun? Hem patronunda seni sevmiyor, hadi kurtul trafikten ve nemrut patronundan.
6 Ağustos 2013 Salı
Ergenekon'a Veda
2007 yılında hayatımıza giren Ergenekon operasyonu mahkemenin kararını açıklamasıyla 3. aşamaya geçti. Şimdi önümüzde Yargıtay süreci ve AHİM süreci var. Bu konu da bir kaç şey yazmak istiyorum. (sanki yazılmamış bir şey kalmış ya da benim yazmam bir şeye yarayacakmış gibi)
Kronolojik sıralamaya bağlı kalmaksızın bir kaç madde yazacağım.
1- Ergenekon mahkemeleri televizyondan yayınlanmalıydı. Madem derin devletin pisliklerinden kurtuluyoruz mahkeme sürecinde yaşananları canlı izlemeliydik. Mahkemeye emir verenleri, milletvekilleriyle gelip ortalığı karıştıranları ya da hakim mahkum atışmalarını alıntılarla değil canlı canlı izleyerek görürdük.
2- Ergenekon'un 2 numaralı ismi olduğu bir gazeteci (Sevilay yükselir ) tarafından iddia edilen Teoman Koman Ergenekon'dan yargılanmadı, mahkeme de tanık olarak yer aldı. Tanıklığında da "Türkiye'de derin devlet yok" açıklaması yaptı. Aynı Teoman Koman Hizbullah hakkında da 1993 yılında "Böyle bir şey yok, yerel halkın PKK'ya gösterdiği tepkiye bu ad takılıyor, yoksa Hizbullah diye bir örgüt bulunmuyor" demişti. (bunu taha kıvanç'ın yazısından alıntıladım. Aynı açıklamayı 1993 yılında milliyet gazetesinde okuduğumu çok iyi hatırlıyorum )
3- Derin devlet yargılanmıyor, kürtleri öldürenler yargılanmıyor, faili meçhuller yargılanmıyor diyen zevatın, Cemal Temizöz, Şemdinli davası vs. davalarda neler yazdığını hatırlamak keyifli olabilir.
4- Bu dava bin yıl sürer diyenlerin yalan söylediği ortaya çıktı. Mahkeme sanıkların uzatma çalışmalarına rağmen 5 yıla bitti.
5- Bu dava sayesinde Türk Adalet sisteminin açmazları aymazları konuşulur oldu ki, mahkemede yargılananların büyük çoğunluğunun memlekete yaptıkları tek iyilik budur.
6- Sürpriz bir şekilde çıkan Mehmet Haberal gözaltına alındığında Süleyman Demirel Ankara'da havalananında geçmiş olsun dileğini iletti. Haberal tutuklu olduğu sürenin büyük çoğunluğunu hastanede tespih sallayarak, pardon tedavi olarak geçirdi.
7- Bu dava bize Generallerimizin ve rektörlerimizin ne kadar narin insanlar olduğunu gösterdi. Hastaneye yatmayan paşa neredeyse yoktu.
8- Mahkeme daha biter bitmez genel affı dillendirenler farkında olmadan ya da olarak mahkemenin kararına gölge düşürdüler.
9- Aklımdayken Mahkemeler herkese açıktır ama gerektiği zaman buna kısıtlama getirilebilinir. Anayasa Madde 141'i tam okuyun. Eğer birileri Silivriyi yıkmaktan bahsederse pek ala mahkemelere katılımı da yasaklanır.
Cemaat Hükümet Kavgası
Nihayet Ekrem Dumanlı meseleye girdi. Önder Aytaç, Emre Uslu, Asım Yıldırım, Nuh Gönültaş gibi isimlerle olmuyordu. Ekrem Beyin söylediklerinin bağlayıcılığı var. Gerçi bu sefer de karşı taraf Mehmet Barlas var. Ak parti cenahını savunacak başka kimse yok mu merak ediyorum. Tamam başbakandan makas almış bir isim olarak parti de ağırlığı olabilir ama, İslami meselelerde Elifi görse mertek bile sanamayacak bir isme mi kaldı Cemaatleri tartışma.
25 Temmuz 2013 Perşembe
Tekbir Hutbesi
Yıllarca
Diyanet İşlerini çiçek böcek hutbeleri okuttuğu için eleştirip, Müslümanların sorunlarıyla
ilgilenmediği için kızmakla hata ettiğimizi bugün anladım. Bugün hutbelerin
konusu değişmiş. Ankara müftülüğünün “yeni”
uyarısıyla yayınladığı hutbe Suriye, Irak ve Mısır’da yaşanan sorunları
anlatıyor gibi görünmekte. (Yazıyı yazdığım zaman İstanbul Müftülüğünün
sitesinde başka bir hutbe konusu vardı. Lakin orada da ağustos sonuna kadar
yayınlanacak hutbelerin metni var. Bu ayrı bir eleştiri konusu.)
Önce yazının
konusu olan hutbenin ilgili kısmına bakalım: “Ancak Müslüman muhayyilenin bugün tekbir sesini hayal edemeyeceği
yerler de var. Bağdat’ın sokaklarında, Şam’ın çıkmazlarında, Nil nehrinin
kıyılarında kardeşin kardeşi öldürürken Allah-u ekber demesi ne hazindir.
Bebeklerin kulaklarına okunan tekbirin, artık onlar katledilirken duyulmaya
başlanması ne büyük bir hüsrandır Ya Rab!”
İlk başta üç
yıldır Suriye’de On yılı aşkın süredir Irak’ta ve yeni Mısır darbesiyle Mısır’da
yaşanan zulümleri eleştiren bir hutbeye benziyor değil mi ? Öyle ya daha yeni
darbeye karşı çıkan güçlere canlı yayında ateş edildiğini görmedik mi? Mısır da
Namaz kılanlara ateş açan darbeciler yok mu? Suriye’de sayısı artık resmi
rakamlarda bile yüzbinlerle ifade edilen Suriyeli öldürülmedi mi? Diyanet
işlerinin kıymetli hocaları da bunu eleştiriyor ne kadar güzel değil mi ?
Suriye’de
Mısır’da Irak’ta tekbir getirenler denildiğinde Medya’ya yansıyanlar,
zihnimizde karşılığı olanlar kim?
Tam burada,
Mısırda darbecilerin değil darbeye karşı çıkanların tekbir getirdiğini aklımıza
getiriyoruz. Suriye’de bebekleri öldüren Esad askerleri kabul ama onların
Allahu Ekber dediğine şahit değil oraya kardeşlerini korumaya gidenler. Irak
Ebu Garip cezaevinden kardeşlerinin ellerinden kaçanlara da bakılırsa, üzerlerine
işeyen, işkence eden insanlar Allahu Ekber demiyor, “kardeşlerinin”
işkencelerine karşı çıkmaya çalışanlar, tekbir getirerek dayanma gücü buluyor
ve diyanete göre “kardeş” bize göre düşmanlarına korku salıyor.
Apar topar
hazırlandığı ( ya da hazırlatıldığı) belli olan hutbe bize neyi öneriyor?
Irakta Maliki,
Suriye de Esad, Mısır da General Sisi ve ekibiyle kardeş olunmasını mı ? Sahabeyi
tekfir eden, Müminlerin annesi Hazreti Aişe’yi zina işlemekle itham eden Şia mı
bizim kardeşimiz? Yoksa Mısır’da Kur’an’ı azimüşşanı yırtan darbeci, ihvan
karşıtı hareketlerin liderleri mi?
Yoksa orada
olup tekbir getirerek, canlarını, mallarını, kadınların ırzlarını, imanlarını
korumak için savaşanlar mı kardeşimiz? Diyanet bize bunun ne kadar kötü olduğunu
anlatıyor? Eğer doğru cevap buysa şunu sorma hakkımız doğar: Bu hangi ara oldu?
Irakta Maliki Suriye’de Esad Mısır’da Sisi’ye en büyük tepkiyi Türkiye
cumhuriyeti vermedi mi ? Nusra cephesi dünya tarafından terör örgütü olarak
ilan edildiğinde buna karşı çıkan ülke biz değil miyiz? Muhammed Mursi ve ihvan
için en güçlü ses bizden çıkmadı mı?
Türkiye’nin
duruşu değişecek, halkı ikna için söylem değişikliğine camilerden mi
başlıyorsunuz?
6 Temmuz 2013 Cumartesi
Mısır bizim neyimiz olur?
Muhammed Mursi'nin devrilmesi için başlayan gösteriler darbe ile sonuçlandığından bu yana Türkiye'deki Müslümanların ana gündemi Mısır. Türkiye'de Müslümanlar ne zaman başka bir ülkedeki Müslümanlar için sokağa çıksa şunlar söylenegelmiştir. Gazze işgal edildiğinde Suriye’nin, Suriye’de Irak’ın, Irak’ta Afganistan’ın, Bosna’nın, Çeçen Mücahidler Rusya ile savaşırken yine Bosna’ya destek verenlerin nerede olduğu soruldu. Aslında alışkın olduğumuz bir itham bu, ama bu sefer ki biraz daha farklı. İşin içine bu sefer Ak Parti üzerinden Müslümanlara, Müslümanlar üzerinden iktidara çakma gayreti var.
Ne oldu da on yıldır askeri vesayete, darbelere herkesten çok karşı çıktıklarını iddia edenler birdenbire Mısır'daki darbenin eleştirilmesine tepki gösterir hale geldi. Yıllarca laik demokratik Türkiye'nin "gerici" Arap ülkelerine rol model olduğunu söyleyenler birdenbire Müslümanların Mısır’daki darbeye karşı seslerini çıkarmasına laf söyler oldu. Üstelik bu isimler 28 Şubat darbesi sonrası İslami camiada itibar gören isimlerden oluşuyor. Ve neden bu kadar kızgınlar?
28 Şubat darbesiyle Siyasal İslam’ın söylemlerinde "demokrasi" ön plana çıktı. 2002 yılından bugüne, iktidar olan AK Parti kadrolarına ve Müslümanlara, askeri kışlasında tutmanın tek şartı olarak "daha fazla demokratikleşme, AB ile tam üyelik için AB isteklerini yerine getirme" şartını dayatan demokrat kalemler, Müslümanları demokratikleşmede ittirici güç olduğunu övüyordu.
Aynı ilişki modeli, solcular ile Kürtler arasında kuruldu. Kürtler uzlaşma yolunu ne zaman seçseler, solcular Kürtlere doğru olanın bu olmadığını, kendilerinin dinlenmesini söylediler.
Toplumsal tabanı olmayan "aydın/demokrat/liberal/sol elitler”, ilişki kurdukları geniş toplum kitleleri üzerinden hedeflerine ulaşmaya, onları istedikleri kalıba sokmaya çalıştılar. Kültürel sömürgeci zihniyete sahip bu insanlar, Kürtler barışa yanaştığında Kürtleri, Müslümanlar dinlerinin emrettiği biçimde yaşamak istediği zaman Müslümanları aşağılayıp eleştirdiler. Onlara doğruyu yanlışı ayıramayan "zihinsel engelli" muamelesi yaparak kendilerini ait olmadıkları toplumların vasileri olarak gördüler, halen görüyorlar.
Artık işler istedikleri gibi gitmiyor. Sözlerinin muteber kabul edildiği, üzerine söz söylenmediği, zamanlar geride kaldı.
Peki, biz İhvan'ı ve darbeye karşı koyan Mısır halkını niçin destekliyoruz? Çünkü onlar Müslüman oldukları için bu zulme maruz kalıyorlar ve biz, Müslümanların kardeş olduğuna, "aynı bedenin uzvu", aynı duvarın tuğlası olduğumuza" iman ediyoruz. Bunu anlamanızı beklemiyoruz lakin o çokbilmişliğinizi kendinize saklayın.
3 Temmuz 2013 Çarşamba
Darbeye Civik
Malum Mısır'da darbe oldu. Darbe olduktan sonra yapılan bazı yorumlar ekranıma düştü. Ben de bu değerli görüşlerin kaybolmaması adına toplayıp arşivlemek istedim. ekran görüntüleri ve resimler arası uyumsuz ölçüler için özür dilerim.Kıymetli aydınlarımızın darbeye böylesine karşı koyması sizi duygulandırabilir. Yanınızda mutlaka kağıt mendil bulundurun. Bu genişletilmiş 3. baskı olacak. Allah güncellemeyi nasip etmesin. Not: Buraya İsmail Saymaz'ın bir twitini de eklemiştim. Kendisi maksadının ironi olduğunu söyledi. Yanlış anladığım için özür dilerim.
10 Haziran 2013 Pazartesi
Fısıltı Gazetesi baskıda
11-12 gündür yaşananlar malum. Tekrar tekrar özet geçmenin alemi yok. Twitter, Facebook, Youtube başta internetin bütün mecralarında bilgi paylaşmak adına dezenformasyon bombardımanına tabi tutuluyoruz.
Niyetim bunların tek tek şeceresini dökmek değil. Sadece ilk gün paylaşılan "polisin öldürdüğü gösterici, taksim ilk yardım hastanesi morgunda yatıyor" twitlerini hatırlatıyorum.
Peki amacım ne? Amacım, bizzat şahit olduğum iki olayı anlatmak.
Birinci olay geçen salı günü oldu. Ataşehir ilçesi Yenişehir mahallesindeki yeşil yamaç otobüs durağında, saçları kısa kesilmiş 1,55 boylarında orta yaşlı bir kadın kalabalık otobüslere binmeye (19 T, 19 Y, 19 E) çalışıyordu. Bu otobüsler sabah kalabalık olarak gelir. Kahramanımız yolcuların en arkasına geçiyor, artık mutat hale gelen: "ilerlesenize kardeşim, otobüsün arkası boş" sözlerini söylemeyip; "belediye bizi hayvan yerine koyuyor, bu kadar dolu otobüse binilir mi" gibi sözler söyleyip otobüse binmekten vazgeçiyordu. bu işlemi aralıksız 3 otobüse yaptı. Daha sonra otobüs durağından 30 metre uzaklaşıp gelen Ataşehir Belediyesi Servis aracına bindi. Yaşadığım şaşkınlığı hesap edersiniz.
İkinci olay dün oldu. Dün otobüs beklerken, muhabbet etmeye 45-55 yaşlarında, kel, esmer 1,65 boylarında bir adam yanıma geldi. Önce sırayı tanzim etmeye çalıştı. Sonra gezi parkından gelip gelmediğimi sordu. Daha sonra telefonda yaptığım konuşmada geçen, Ülke Tv lafını duyunca, Ülke tv de program yapıp yapmadığımı, kendisinin Ülke TV'yi çok beğendiğini,Akit gazetesini okuduğunu falan anlattı. Twitter kullanıp kullanmadığımı sorup hayır cevabı alınca, kendisinin bildiğini ama iş arkadaşlarıyla haberleşmek için başka bir ağ kullandığını anlattı. Beklediği karşılığı bulamayınca daha önce sıra için tartıştığı kadın ile muhabbete dönerek, kendisinin İETT çalışanı olduğunu anlattı. On dakika sonra tekrar bana dönerek, Gezi Parkında görevli polis olduğunu, çadırları kendilerinin yaktığını, polisin "yukarılardan" gelen kanunsuz emri, kanunsuzca uyguladığını ama bu olaylar bittikten sonra polis içinde hesaplaşmanın olacağını anlatmaya başladı. Otobüslerin gecikmesinin de, İdarenin gösterilerek karışanlara verdiği bir ceza olduğunu anlattı. Tam o sırada yanımızdaki çocuklardan biri, "bizde burada mı eylem yapsak" dediğinde bana bakıp, burada müdahele etmem dediğini de ekleyeyim. (oysaki sırada bekleyen kadınlardan biri her pazar otobüsün böyle geç kalktığını söylemişti)
Bir saat beklediğimiz otobüs geldiğinde otobüse bindik. Ne hikmetse bana bu altın bilgileri veren adam otobüse binmedi. Amacı kulağımı üfürdüğü sözleri, fısıltı gazetesi aracılığıyla ortalığa sunmamdı. bende onun bu isteğini yerine getiriyorum. Bu arada, amca ben twitterın ne olduğunu biliyorum.
Niyetim bunların tek tek şeceresini dökmek değil. Sadece ilk gün paylaşılan "polisin öldürdüğü gösterici, taksim ilk yardım hastanesi morgunda yatıyor" twitlerini hatırlatıyorum.
Peki amacım ne? Amacım, bizzat şahit olduğum iki olayı anlatmak.
Birinci olay geçen salı günü oldu. Ataşehir ilçesi Yenişehir mahallesindeki yeşil yamaç otobüs durağında, saçları kısa kesilmiş 1,55 boylarında orta yaşlı bir kadın kalabalık otobüslere binmeye (19 T, 19 Y, 19 E) çalışıyordu. Bu otobüsler sabah kalabalık olarak gelir. Kahramanımız yolcuların en arkasına geçiyor, artık mutat hale gelen: "ilerlesenize kardeşim, otobüsün arkası boş" sözlerini söylemeyip; "belediye bizi hayvan yerine koyuyor, bu kadar dolu otobüse binilir mi" gibi sözler söyleyip otobüse binmekten vazgeçiyordu. bu işlemi aralıksız 3 otobüse yaptı. Daha sonra otobüs durağından 30 metre uzaklaşıp gelen Ataşehir Belediyesi Servis aracına bindi. Yaşadığım şaşkınlığı hesap edersiniz.
İkinci olay dün oldu. Dün otobüs beklerken, muhabbet etmeye 45-55 yaşlarında, kel, esmer 1,65 boylarında bir adam yanıma geldi. Önce sırayı tanzim etmeye çalıştı. Sonra gezi parkından gelip gelmediğimi sordu. Daha sonra telefonda yaptığım konuşmada geçen, Ülke Tv lafını duyunca, Ülke tv de program yapıp yapmadığımı, kendisinin Ülke TV'yi çok beğendiğini,Akit gazetesini okuduğunu falan anlattı. Twitter kullanıp kullanmadığımı sorup hayır cevabı alınca, kendisinin bildiğini ama iş arkadaşlarıyla haberleşmek için başka bir ağ kullandığını anlattı. Beklediği karşılığı bulamayınca daha önce sıra için tartıştığı kadın ile muhabbete dönerek, kendisinin İETT çalışanı olduğunu anlattı. On dakika sonra tekrar bana dönerek, Gezi Parkında görevli polis olduğunu, çadırları kendilerinin yaktığını, polisin "yukarılardan" gelen kanunsuz emri, kanunsuzca uyguladığını ama bu olaylar bittikten sonra polis içinde hesaplaşmanın olacağını anlatmaya başladı. Otobüslerin gecikmesinin de, İdarenin gösterilerek karışanlara verdiği bir ceza olduğunu anlattı. Tam o sırada yanımızdaki çocuklardan biri, "bizde burada mı eylem yapsak" dediğinde bana bakıp, burada müdahele etmem dediğini de ekleyeyim. (oysaki sırada bekleyen kadınlardan biri her pazar otobüsün böyle geç kalktığını söylemişti)
Bir saat beklediğimiz otobüs geldiğinde otobüse bindik. Ne hikmetse bana bu altın bilgileri veren adam otobüse binmedi. Amacı kulağımı üfürdüğü sözleri, fısıltı gazetesi aracılığıyla ortalığa sunmamdı. bende onun bu isteğini yerine getiriyorum. Bu arada, amca ben twitterın ne olduğunu biliyorum.
23 Mart 2013 Cumartesi
Sürece Dair Notlar
Kürt sorununda çözüme daha önce hiç olmadığı kadar
yakınlaştık. Geçen yıl yüzlerce kişilik gruplarla saldılar olurken şimdi
barışın ne zaman geleceğini konuşuyoruz. Peki ne oldu da bu noktaya geldik.
Merakla beklediğiniz, mailler, facebook grupları, açlık grevleri yaparak
beklediğiniz görüşlerimi sizlerle paylaşmaya karar verdim. (bloga üç yıl yazı
koymasam kimse sormuyor)
Üç beş yıl sonra yayınlanacak kayıtlarda Devletin Öcalan'la
2011'den bu yana müzakerelerin devam ettiğini göreceğiz. Her ne kadar İmralı
Tutanaklarında Öcalan Ekim Eylül gibi müzakerelerin başladığını söylese de işin
aslının farklı olduğu düşüncesindeyim. Bunu da gene İmralı Tutanaklarına
bakarak iddia ediyorum: " Başbakan MİT’e darbe yapılınca sıranın kendisine
geldiğini gördü, Başbakan vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı. (Durdu yeniden
söze başladı) Genelkurmay Başkanının (İlker Başbuğ’u kastetti) tutuklanması da
budur. O güce Cevat Öneş ‘darbe’ dedi. Bu yüzden ben devreye girdim, yardımcı
olayım dedim."
Müzakerelerde taraflar ellerini güçlü göstermek ister. PKK'nın eylem konseptini değiştirerek, alan
hakimiyeti kurmak için saldırması (yüzlerce militanın kaybetse bile tekrar
saldırması ), BDP'li vekillerin
Selahattin Demirtaş'ın yaptığı 400 KM PKK'nın denetiminde açıklaması Öcalan'ın elini güçlendirmek
içindi. Eğer PKK amaçladığı alan hakimiyetini 1 hafta için bile olsa
sağlasaydı, bugün yapılan PKK Devlete diz çöktürdü açıklamasının bir karşılığı
olurdu. PKK arkasındaki İran ve Suriye
desteğine rağmen bunu yapamadı.
Peki Eylül ayından bu yana neler yaşadık bir bakalım:
1- 05 Eylül : Partisinin genişletilmiş Grup toplantısında
konuşan Başbakan Erdoğan, BDP'li vekillerin dokunulmazlığının kaldırılması için
yargıya "gerekenleri söylediğini" açıkladı
2- 12 Eylül
Cezaevlerindeki PKK, KCK hükümlüsü veya sanığı mahkumlar açlık grevine
başladı. Açlık grevinin amacı "Anadilde eğitim, Öcalan'a yönelik tecridin kaldırılması ve
operasyonların durdurulması 2012 başındaki açlık grevlerinin aksine bu gündeme
oturdu.
3- 18 Eylül : CHP OSLO görüşmelerini açıkladı. Başbakan
altında imzamız yok diyerek metni doğrulamış oldu.
4- 27 Eylül : Başbakan Erdoğan çıktığı televizyon
programında gerekirse İmralı ile tekrar görüşebiliriz dedi. Aynı zamanda 21
Eylül'de Abdullah Öcalan'ın kardeşiyle görüştüğünü açıkladı.
5- 30 Eylül : Gazetecilere açıklamalar yapan Mehmet Öcalan,
ağabeyinin çatışmaları sonlandırmak için hazır olduğunu açıkladı. (radikalin
başlığıyla vereceksek, Ağabeyim Görev Bekliyor )
6- 02 Ekim: Öcalan'ın kardeşiyle yaptığı görüşmede Suriye'de
15 bin silahlı asker bulundurmalısınız dediği haberi yapıldı.
7-04 Ekim: PKK yöneticilerinden Murat Karayılan, görüşme
yapılacaksa bunun artık İmralı'da yapılmayacağını açıkladı. Aynı Karayılan 12
şubatta bizimle konuşmalarına gerek yok Öcalan'la konuşmaları yeterlidir dedi.
8- 15 Ekim: Amerikan Büyükelçisi Ricciardone, bu konuda ABD'nin Usame Bin
Ladin'i yakalamak için uyguladığı karmaşık askeri operasyonu örnek gösterdi.
Açıklamasına daha sonra "ama Türk yetkililer yasalara uyuyorlar"
diyerek devam etti.
9- Ekim sonları: Mehmet Öcalan, ölüm oruçlarını sonlandırmak
için İmralıya gidebilirim dedi. PKK'nın Avrupa yöneticilerinden
10- 30 Ekim: BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Mehmet
Öcalan'a karşı çıktı.
11- 31 Ekim: PKK'nın Avrupa yöneticilerinden Zübeyir Aydar'da
Mehmet Öcalan'a karşı çıktı.
12- 18 Kasım'da Mehmet Öcalan Abdullah Öcalan'la görüşerek
ölüm oruçlarının bitirilmesini istedi.
13- Kasım sonundan Aralık ayına kadar Öcalan'ın makullüğü,
şiddetle arasına mesafe koyduğu, gençliğinde Namaz kıldığı haberleri basında
sıkça yer aldı.
Tabi bunlara eklenebilecek bir düzine Yalçın Akdoğan vd
kalemlerden çıkan PKK Öcalan'ı dinlemiyor, Öcalan artık PKK üzerinde etkili
değil yazılarını, BDP ve AKP'li vekillerin yaptıkları sert açıklamaları
ekleyebiliriz.
Nevruz'da yapılan açıklama sonrası PKK'nın silahlı
militanlarını sınır dışına çekeceği netleşti. Peki nasıl olacak. Kamuoyunda
söylenen AKİL ADAMLAR tek başına yeterli olacak mı? Silahlarıyla Selahattin
Demirtaş'ın ifadesiyle "mekap yöntemiyle" yürüyerek sınır dışına
çıkacak PKK'lı militanların sorunsuz çıkışı nasıl olacak?
Bir süre sonra BM Barış Gücünün ülkemize gelmesinin nasıl
hayırlı sonuçlar doğuracağını okumaya başlayacağız. Bu gücün hem PKK'lıların
güvenliğini sağlayacağı hem de PKK'lıların yurt dışına çıkarken zarar vermesini
engelleyeceğini yazan köşe yazarlarımız olacak.
PKK'lılar silahlarını bırakıp yurt dışına çıkmayacaklar.
Silahlarıyla çıkacaklar. Çatışma riski sürekli olacak. İki tarafta bunun
farkında. İktidar da, silahlarıyla gövde gösterisi yapacak binlerce PKK'lı ve
onları uğurlayacak yüzbinlerce kürdün gövde gösterisine müsamaha edeceğini
düşünmüyorum. (TABİ PKK o gövde gösterisini illaki yapmak isteyecek) Hükümet BM
barış gücü olmadan sınır dışına çekilmeyi sağlamaya çalışacaktır. Başarabilecek
mi göreceğiz.
PKK Irak ve çoğunlukla Suriye'ye çekilecek. Ne liderleri
ölüm döşeğinde olan Talabani Cephesinin ne de Irak Merkezi yönetimiyle savaşın
eşiğinde olan Barzani'nin binlerce PKK'lıya daha kucaklarını açacaklarını
zannetmiyorum. Üstelik merkezi yönetimin olmadığı Muhalefetin kendi içinde
sürekli bölündüğü Suriye gibi bir ülke varken.
Biraz daha iddialı cümleler kullanmak gerekirse, ben
Öcalan’ın ev hapsine değil Çatışmasızlık süreci sonrasında yurt dışına sürgüne
gönderileceğini düşünüyorum. Bir Avrupa
ülkesine gönderilecek (Norveç ya da İngiltere ) akabinde Suriye’den gelen
davete icabet etmek için en iyi bildiği ülkeye “kurtarıcı” olarak gidecek.
“Saçmalıyorsun , bu sürecin başarıya ulaşacağı bile meçhul, hem meclisten bile geçmez
değişiklik, geçse bile referandumda bu reddedilir, halka kabul
ettiremezler” Bir aydır kime anlatsam
aldığım cevap bu. Buraya kadar
okuduysanız sizin de vereceğiniz tepki bu olmuştur. Hepinize birden cevap
vermiş olayım:
1-Anayasanın tamamen değiştirileceğini düşünmüyorum. Birkaç
madde değiştirilecek. Referanduma bile gerek kalmadan Meclisten çıkabilir.
2-3 yıl önce Öcalan’la görüşülmesine gösterilen tepkiyi ve
şimdi nasıl karşılandığını düşünün.
3-Geçen yıl Kürtçe seçmeli ders olarak kondu kıyamet
kopmadı.
4-Medyanın halkı yumuşatma becerisini göz ardı ediyorsunuz.
5- Talabani Irak Cumhurbaşkanı Barzani Irak Kürdistanı
cumhurbaşkanı oldu. Öcalan’ı bu saatten sonra BDP Genel Başkanı olmak kesmez
6-Suriye’ye eninde sonunda bir batı müdahalesi gelecek.
7-Yapılacak müdahale sadece Esad Rejimine karşı değil,
“Ümmetin sırtında kambur olan” El Kaide bağlantılı gruplara da olacaktır.
8-Bir yıl önce nefret ettiğimiz Fransa’nın Mali’yi işgal
etmesine gösterdiğimiz hayranlık dolu tepkiyi düşünün.
9-Kitlelerin algısını yönetmeyi, yönlendirmeyi zor
zannediyorsunuz.
10- Recep Tayyip Erdoğan’ın halk nezdindeki itibarını
küçümsüyorsunuz.
11-Sürece en sert tepkiyi gösteren MHP’nin bile itirazını
gösterme biçimi miting düzenlemek. Bir
anlamda kitlesinin gazını almak.
10 Şubat 2013 Pazar
İstifa ve Umre
(Bu yazıyı sayın Mülteci 22 şubat 2010 tarihinde yazdı )
www.tsk.tr sayfasını açıyorsunuz
ve sizi bir marş karşılıyor. Coşku
dolu. Tutmayın küçük
enişteyi. Ben yıldırımlarla toprağı
kırbaçlayan Zeus’un nesliyim, Gök
Tengri’nin ışıkla manita yolladığı kaanların sulbüyüm. Ben mükemmelim. Haşin ve
gaddarım. Bir jete atlayıp Yunan kara
sularına doğru bir sorti yapma arzusu doluyor içime. Olimpos’a kanla vuracağım
mührümü.
Marş şakaklarımda inliyor. Aklım savruluyor. Allah Allah nidalarıyla taarruz ederek
Teşvikiye Camii’nin minaresinin kontrolünü ele geçirmek ve gür bir sesle Türkçe ezan okumak
istiyorum. Göklerden sanki bir ses
yükseliyor. Kemerimden kasaturamı çıkarıyorum. Avluda ne kadar sakallı varsa
onları tıraş ediyorum. Kartallar
yuvalarından kalkıyor, güneş çılgın gibi içimize işliyor. Tüm korunma
reflekslerim harekete geçiyor. irfanla
yazılmış Cumhuriyet gazetesinin sayfalarından şapka yapıyorum herkesin
kellesine geçiriyorum. İtiraz edeni yere
yatırıyor balyozlar indiriyorum.
Kapının çalınmasıyla kendime geliyorum.
***
Sitede dolaşırken anlı şanlı slogan aklıma geliyor. Güçlü ordu güçlü
Türkiye. Neden güçlü sanayi güçlü Türkiye değil, neden güçlü yasama güçlü
Türkiye değil, neden güçlü sanat güçlü
Türkiye değil? Bu sözden rahatsız olan kaç kişi vardır?
İddia ediliyor ki askerle muhafazakarların arasında çatışma var.
Militarizme savaş (!) açmışlar. Tamamen
safsata. Onlar bayılırlar askeri
destanlara. Amerika’nın kondomu olmak
için dünyanın dört bir köşesine gidip dönenlere gazi der ve orada sağda solda
uçan meleklerin masallarını anlatırlar.
Halkın nazarında itibar kaybediyormuş ordumuz. Çok bilenler ve siyasi
rant peşinde koşanlar bunu sivilleşmeye doğru güçlü adım olarak ilan ediyor ve
ben bunu duydukça gülmeme engel olamıyorum.
Fehmi Korugiller ve birkaç yandan yırtmaçlı liberalin mevcut pozisyonu
düze çekip hukuksuzlukları kitabına uydurma telaşı. İtiraf edin halkımız bayılıyor üniformaya.
Onların sorunu üniformayı hangi mantaliteye sahip kişinin taşıdığıyla
ilgili. laikliği en sert biçimiyle yorumlayıp
dayatan ve silah kullanma yetkisi kendisine devredilmiş bir kurum, yerini bürokratik ve anayasal olarak sağlama
almak için tüm dünyada giyotine
gönderilmiş pozitivist felsefeden ilhamını alarak dinle kavga ediyor ve bunlar
ifşa edilince güven namına kendini tüketiyor. Tüm bu kavganın beşiği ergenekon
örgütü ve darbe girişimi iddiaları. Generaller sorguya alınıyor ve tsk
rahatsız. Söylentiye göre istifa ederiz tehdidinde bulunmuşlar hükümete. İddia ediyorum kuvvet komutanları istifa
yerine toptan umre’ye gitseler anketler terse döner, tsk itibar kazanır, huzur içerisinde tekrar
ülkelerini yönetebilir ve siyasete müdahale edebilirler. 28 şubat’ın
borazancıbaşılığını yapan medya grup yöneticileri şimdi Osmanlıcı
kesildiler, bilumum islamcı onları
bağrına bastı bunları göremiyor musunuz?
Görüntüde kavga Le Message soundtracki ile Moonlight Sonata
arasında. Orkestra kararsız hangisini
çalsa bilemiyor. Kakafoni tüm sinirleri geriyor. Herkes haberlere kilitlenmiş
vaziyette. Ömürlerince askerin tokadını yememiş inönü kulaklı cengaverler genelkurmay
başkanlığı'ndan bir rest beklerken biraz da biz fiş keselim diyerek iktidarı
karhaneye çevirenler, polis eşliğinde uygunsuz adımlarla yürüyen subaylar
görünce geniş geniş gülüyor. İşin
gerçeği tüm mücadele Türkiye’nin
kuruluşundan beri iktisadını yönlendiren büyük sermayedarların hem kendi hem de
seksen sonrası gelişen anadolu kapitali arasında cereyan ediyor. Krizleri
yiyerek ve parsayı toplayarak midelerini dolduruyorlar. Safdillerin önüne bir parça ekmek atıyor,
bununla oyalanıp bize şükranlarınızı sunun diyorlar.
…
Bu yazıyı sabaha karşı dörtte yazıyorum. Harbiye marşı'yla başlayıp
İzmir marşı'yla yatağa girmeyi düşünüyordum. Son bir defa yazdığımı okudum evet
ve hayır dememeye gayret ettim. Erkan Yolaç aniden belirip haykırabilirdi ve
gecenin bir körü ikinci bir şok yaşamak becel'le beslenmeyen kalbime iyi
gelmeyebilirdi.
Sonsözleri hiç beceremem. Ben de kolay bir yola başvurayım bir
alıntıyla konuyu bağlayayım; sümer
tabletlerinde bulduğum ve en aryan taraflarımla tercüme ettiğim bir kasideyi
siz okurlarımıza yapım şirketimiz adına onur duyarım.
zevk-i tigundan aceb yoh olsa gönlüm rap rap
ol devirde bırağmuştu tankları sincana sû
(senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm rap
rap olsa buna şaşılmaz. asker tankları da sincan'a bir zamanlar bırakmıştı)
suya virsün bâğ-bân hükümeti zahmet çekmesün
darbeperest niyaz ile secde ider kıblesi sû
(bahçıvan hükümeti askere versin, boşuna yorulmasın; darbeperestler
yalvarıp secde eder kıblesi asker.)
huruc arzusuylan ger ölsem dostlar
postal eylen derim bassın anunla turaba sû
(dostlarım! şayet isyan arzusuyla ölürsem eğer, postal eyleyin derimi
onunla toprağa bassın asker)
hürriyet ser-keşlük kılur efkarın niyâzından
meger dâmenin duta ayağının altında eze sû
(hürriyet aydınların niyazından dolayı dikbaşlılık ediyor. meger
askerin ayağının altında ezmesi onu kurtarabilir(miş) )
kebir anıtına her dem durmayup eyler güzâr
aşık olmış galibâ ol hatırana halk ki sudan alâ sû
(askerden daha asker halk, büyük anıtına doğru durmadan akar. galiba
hatırana aşık olmuşlar.)
iman iderler içmek ister kemalizmin kanın meger
bir reng ile demokrasi budağınun mizâcına gire kurtara sû
(inanıyorlar ki demokrasi fidanı bir hile ile kemalizmin kanını içmek
istiyor; bunu engelleyebilmek için askerin gül dallarının damarlarına girerek
demokrasi ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.)
tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
göya ıktidâ kılmış târîk-i mustafa kemal'e sû
(güya askerler mustafa kemal'in yoluna uymuş dünya halkına temiz
yaratılışını açıkça göstermiştir.)
kılmağ içün tâze ebedi riyaset makamın
mu'cizinden bellemiş damalda heyulasını sû
(gazi'nin sonsuz liderlik makamının tazeliğini sağlamak için mucizesi
bilmiştir damal'daki gölgesini.)
mu'cizi anulur âlemde ki yek başına
kesti yetmiş min küffar yunanı gerekmez ana sû
(mûcizeleri anılır hala alemde, tek başına yetmiş bin yunan kâfirini
kesti gerekmez ki ona asker)
bim-i irtica nâr-ı gam salmış dil-i safdillere
ümitvarlar ebr-i ihsân sepe ol nâra sû
(irtica korkusu, safdillerin gönlüne gam ateşi salmış, askerin bu ateşe
ihsan bulutu serpeceğinden ümitvarlar)
Hâk-i cuntaya yetem dir ömürlerdir bîçare
Başın daşdan daşa urup gezer darbeder, sû
(Darbeci, cuntanın toprağına ulaşayım diye, başını taştan taşa vurarak
ömürler boyu, çaresiz gezer)
lakin ümidim oldur ki rûz-ı darbe gelmeye
hiç bir çirkin davete icab etmeye sû
(ancak askerin hiç bir çirkin davete icab etmemesini ve darbe gününün
gelmemesini ummaktayım.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
1. Emre Uslu 4 ay önce KCK içinde MİT’çiler var yazısını yazdı. Kimse ciddiye almadı. 2. Kemal Burkay Türkiye’ye geldiğinden bu yana PKK...
-
Malum Mısır'da darbe oldu. Darbe olduktan sonra yapılan bazı yorumlar ekranıma düştü. Ben de bu değerli görüşlerin kaybolmaması adına t...
-
Ne zaman takip etmeye başladım Cihat'ı bilmiyorum. Kıymetli ağabeyim Mülteci'nin bir #FF i sonrasında olduğunu hatırlıyorum sadece. ...