Pinperest

10 Aralık 2021 Cuma

İslamcılık öldü tartışmalarına giriş

 Bir süredir İngiliz, Suud, Rus ortak yapımı İndependent Türkçe’de eski Yeni Şafak, TV Net ve TRT muhabiri Cihat Arpacık’ın yaptığı röportajlarla da desteklenen bir İslamcılık tartışması var. Arpacık bazen “Üsküdar İslamcılığı mı Fatih İslamcılığı mı?”  haberiyle, bazen de vefat eden eski İslamcıların ardından bu tartışmayı yeniden başlatmaya çalışıyor. En son geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Akit gazetesi yazarlarından Yılmaz Yalçıner’in vefatı üzerine eski İslamcı “ağabeyler” ile bir röportaj yaparak, İslamcılığın ahvalini konuştu. "İslamcılık öldü mü? Öldüyse kim öldürdü? Yaşıyorsa nerede?" Bütün bunları ve daha fazlasını tartışmadan önce 2012’de başlayan İslamcılık tartışmasını ve sonrasında benim devamı olarak gördüğüm DEİZM/ATEİZM tartışmalarını kısaca hatırlamak gerekiyor.

İslamcılık tartışması nasıl başladı?

7 Şubat 2012 tarihi Türk yakın tarihinin en önemli olaylarından biri olarak tarihe geçti. Bundan bir kaç yıl önce yavaş yavaş başlayan FETÖ ve AK Parti kavgası artık geri dönülmez bir yola girmişti. O süreçte Türk İslamcılığının önemli isimlerinden biri olan Ali Bulaç, çıktığı televizyon programında hükümete seslenerek "devleti yönetmesi için AK Parti'nin FETÖ ile işbirliği yapmasını şart koştu.

7 Şubat süreci ile ok yayından çıkmıştı. AK Parti yavaş yavaş fetö'nün devlet üzerindeki etkisini azaltmaya çalışırken bunu çok ince bir çizgide yapmaya çalışıyordu. Çünkü karşısında o zamanlar için İslami görünen bir yapı vardı ve dindarların oyuyla iktidar olan bir parti için bu oldukça zordu.

Tüm bu kavga yavaş ama sertliği gittikçe artan bir şekilde devam ederken, (misal 5 temmuz 2012'de FETÖ'nün yargıdaki en büyük güçlerinden biri olan Özel Yetkili Ağır Ceza mahkemeleri kaldırıldı) 19 Temmuz 2012'de Ali Bulaç zaman gazetesinde bir yazı kaleme aldı: "İslamcılığın Seyri. " Ali Bulaç bu yazının ardından "İslamcılık nedir?" ve "İslamcıların Üç Nesli" yazısı geldi. Türkiye'de İslamcılık üzerinde çalışmalarıyla tanınan Zaman gazetesi yazarı Mümtaz Er Türköne "İslamcılık Öldü" yazısıyla tartışmaya katıldı. Türköne'ye göre İslamcılık muhalifliği zorunlu kılıyor, iktidar ise öldürüyordu. Hatta bir adım daha ileri giderek Ali Bulaç'ı son İslamcı ilan ediyordu. 

Bu tartışma o kadar büyüdü ki meseleye dâhil olmayan yazarçizer kalmadı gibi. Hatta 17, 18-19 Mayıs 2013 tarihinde yani tam 9 ay sonra Zeytinburnu Belediyesi ev sahipliğinde onlarca tebliğin sunulduğu bir sempozyum düzenlendi. Ancak tartışmayı başlatan Ali Bulaç katılımcılar arasında yoktu. Türkiye'deki İslami camianın neredeyse işi gücü bırakıp tartıştıkları İslamcılık konusu olurken tartışmayı başlatan FETÖ, bir yandan Selam Tevhid Kumpası ile İslamcıları ajanlıkla suçlamaya hazırlanıyor bir yandan da devlete ilan edeceği 7 Şubattan daha büyük bir savaşa cephane stokluyordu. 

Beni de o zamanlar heyecanlandıran bu tartışmada bir kişinin dahi çıkıp "Biz niye Fetullahçılar adına kalem oynatan Ali Bulaç ve Mümtaz Er Türköne'nin attığı taşı çıkarmak için kuyuya atlıyoruz?" sorusunu sormadı.

İslamcılık tartışması bu sempozyumla da bitmedi. Ancak zamanla alevi söndü gitti. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası bu kez İslami camiada başka bir tartışma başladı. Gençler deist oluyordu. Olay, Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’nun bir açıklaması sonrası başlamıştı. Fazlıoğlu, “15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası bazı öğrencilerinin kendisine gelerek DEİST olduklarını açıkladıklarını” söylemişti. Bu DEİZM tartışması o kadar büyüdü de olay sonra 15 Temmuz’u geçti, “AK Parti yüzünden insanlar DEİST olmaya başladı” propagandası başladı. Buna bazı din profesyonelleri, mütedeyyin camia içinde sivrilmiş bazı meşhurlar ve fonlu medyanın süvarisi Medyascope katıldı. Medyascope’da yayınlanan absürt metinlerle dindar geçlerin nasıl dönüşüme uğradığı ballandıra ballandıra anlatıldı.

İslamcılık tartışmalarının çıkmazı ne?

İslamcılık tartışmalarının bir türlü sonuca ulaşamama sebeplerinden bence en önemlisi, “İslamcılık devlet ve iktidarla mesafeliydi, iktidarla ilişki kurdukça yok oldu” tezi. Mümtaz Er Türköne’nin ortaya attığı bu tez pek çok kesim tarafından doğru kabul edildi. Ancak devlet ve iktidarla arasına mesafe koyan bir İslamcı hareketin amacına nasıl ulaşacağı konusu cevapsız kaldı. Eğer İslamcılık, toplumsal düzeni ve siyasi hayatı İslami bir düzene sokmaksa bunun üç yolu var. Ya silahlı mücadele yapılıp kazanılacak ki bu hem şer’en hem de aklen imkânsızdır,  ya İslamcıların ya da İslamcılara yakın mütedeyyinlerin oluşturduğu (İslamcılara yakın mütedeyyin siyasetçilere ya da genel olarak mütedeyyin siyasetçilere İslamcı dışında bir şey denir mi emin değilim) siyasi iktidar ile yakın ilişkiler kurarak. Ya da irfani/ tasavvufi hareketlere nüfuz ederek.

Burada yapılan tartışmalarda tuhaf olan şey, oldukça pragmatist bir hareket olan İslamcılığın neredeyse bir tekke vasfına sokulmasıdır. Artık İslamcı olmak, İslamcılığın çıkış noktası olan Müslümanların tekrar dünya siyasetinde söz sahibi olması, batının karşısında “gerilemesini durdurması” ve tekrar taarruza geçmesi amaçlarını gerçekleştirmekten daha önemli olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Evet, Müslüman seferden sorumludur ancak seferi nihayete erdirmek mümkün gözüküyorsa yolu uzatmanın da bir anlamı yoktur.

İslamcılık tartışmalarında “Milliyetçilik eleştirileri”

Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra başlayan “biz eskiden böyle değildik” serzenişlerinin en büyük nedenlerinden biri de AK Parti’nin MHP ile ittifak yapması. Bu tartışma eninde sonunda 12 Eylül öncesi İslamcılar ve ülkücüler arası tartışmalara dayanıyor. Ancak unutulan bir şey var Refah partisi 1991 yılında Alparslan Türkeş’in lideri olduğu MÇP ile ittifak yaparak TBMM’ye girdi. İslamcıların neredeyse hepsinin hayırla yâd ettiği/ettiğimiz şehit Muhsin Yazıcıoğlu 12 Eylül öncesi Ülkücü hareketin en önemli liderlerinden biriydi. Ve hayatının sonuna kadar Milliyetçi olarak kaldı.  

Ve bence bunlardan daha önemlisi, İslami camia arasında Kürtçü olarak bilinen isimlere benzer eleştirilerinin getirilmemiş olması. Madem milliyetçilik bizden uzakta, PKK’yı destekleyen Kürtçülere de birkaç kelam etmek gerekiyor. Ancak, ne hikmetse bu konuda ses çıkardıklarını pek işitmedik. 

Buradan inşallah devam etmeye çalışayım.