Adı İslam coğrafyasında kan ve gözyaşıyla anılan Kasım
Süleymani’nin ölümüne haliyle sevinen biz Müslümanları eleştiren, Şiiler ile
Sünniler arasında bir fark olmadığını iddia edenler oldu. İslam dünyasının
içinde bulunduğu durum nedeniyle mezhep farklılıklarını konuşmanın zamanı
olmadığı, büyük şeytan ABD ve İsrail’e karşı Müslümanların bir olması gerektiği
konuşuldu yazıldı.
Önce birkaç gerçeği tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var.
1-Kasım Süleymani klasik anlamda bir ordu komutanı değil
resmi paramiliter bir teşkilat olan "Kudüs Gücünün" komutanıdır.
2- Kudüs Gücünün Kudüs ile tek bağı isminde Kudüs
geçmesidir.
3- Süleymani'nin hizmet ettiği İran Şii Devleti, ABD'ye Irak
ve Afganistan işgalinde destek vermiştir. Bu bir komplo teorisi değil, bizzat
İran'ın eski Cumhurbaşkanları Mahmud Ahmedinejat ve Muhammed Hatemi'nin
ifadesidir.
4- Kasım Süleymani terör örgütü PKK'yı Türkiye'ye yönelik
saldırılarında cesaretlendirmiş, Suriye'deki faaliyetlerine açık destek
vermiştir.
5- Kasım Süleymani, Afganistan ve Pakistan’da kurduğu bürolar aracılığıyla Şiileri alıp Suriye’de katliam yaptıran bir savaş suçlusudur.
Hatta bunlar arasında çocuk yaşta olanlar dahi vardır.
6-“ İslam dünyasının içinde bulunduğu durumun” ABD kadar
sorumlularından biri İran’dır. Suriye, Irak, Yemen, Afganistan, Pakistan,
Lübnan ve hatta İran’da yaşananlar bunun en büyük delilidir. Kasım Süleymani'nin başında olduğu teröristlerin öldürdüğü Musullu masumların cesetleri halen yıkılmış binaların enkazında çürümektedir. Doğu Guta'da Kasım Süleymani'nin denetimindeki teröristlerin baskıları nedeniyle insanlar kedi ve fare yemek zorunda kalmıştır. (örnekleri bir kitap hacminde çoğaltmak mümkün)
Musul'da Kasım Süleymani'nin yönettiği Şii milislerin işkence ettiği Musullular'dan biri. |
Hal böyleyken sanki İran’ın “Ümmetin birlikteliği” gibi bir
derdi varmış da biz Müslümanlar, “tarihsel meseleleri sürekli kaşıyormuşuz
gibi” gevrek gevrek konuşmanın hâlâ muteber kabul edilmesi Türkiye’deki vahim
tabloyu göstermektedir.
Şia ile Ehli Sünnet ve-l Cemaat arasındaki ihtilaf
söylendiği gibi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’dan (A.S) sonra kimin
halife olacağı konusundaki anlaşmazlık değildir. Meseleyi anlatanlar bildikleri
halde, sanki “Şia Hz. Ali’nin Halife olmasını istiyordu, Sünniler de Hz.
Ebubekir’in halife olmasını istiyordu, başka bir konuda ihtilaf içine
düşmediler. “ gibi yaklaşıma girmek kolaycılıktır.
Şia kaynaklarında İmamet, bir iman meselesidir.
Şia’nın
Kutsal Hadis kitapları (Kütüb-i erbaa) arasında yer alan Kuleyni’nin El
Kafi’sinden örnekler verelim:
Musa Kazım Hazretlerinin söylediği iddia edilen
“Allah'ın kulları
üzerindeki hücceti (kanıtı) ancak imamın varlığı ve tanınması ile gerçekleşmiş
olur.”
Muhammed Bakır Hazretlerinin söylediği iddia edilen;
“Eğer imamın varlığı ortadan kaldırılsa, yeryüzü bir saat
geçmez denizin içindekilerini dalgaya tuttuğu gibi üstündekilerini dalga dalga
sarsar.”
Devam edelim, sıradaki rivayet Muhammed Bakır veya Cafer
Sadık hazretlerine atfedilen;
“Kişi (kul) Allah'ı, Resulünü, bütün imamları ve zamanının
imamını tanımadan, meselelerini zamanın imamına götürmeden ve verdiği karara
teslim olmadan gerçek mü'min olamaz.”
Son olarak Caferi Sadık hazretlerinin söylediği iddia edilen
şu rivayeti de ekleyip Kuleyni’de Ehli Beyt’e atfedilen yalan sözleri
sonlandırayım.
“Musa (aleyhisselâm)’ın levhaları bizim yanımızdadır.
Musa'nın asası bizim yanımızdadır. Biz, nebilerin mirasçılarıyız.”
Birkaç örnekle anlatmaya çalıştığım bu rivayetlerin olduğu
tercümeyi Vahdettin İnce’nin tercüme ettiği son gözden geçireninse şimdilerde
Kasım Süleymani’nin ne denli mübarek bir zat olduğunu anlatan Hüseyin Hatemi
olduğunu söyleyeyim mesele daha iyi anlaşılsın.
Aradaki ihtilaflar bunlarla sınırlı mı? Elbette hayır.
Humus, Mut’a, nikah şartları, mülk edinme (Şia’ya göre dünya mülkü İmama
aittir. İmamın tasarrufu altında diğer insanlar bunu kullanabilir. Kullanma
şartlarından en birincisi Şii olmak. Olmayansa işgalci ve onun malının bir
hükmü yoktur. Suriye ve Irak’ta yıkılan binaları, harap edilen tarım
arazilerini, bir de böyle düşünün)
İmamet meselesi Şia’da o kadar önemlidir ki Peygamber
efendimizin bile bu konuda söz söyleme (haşa) hakkı yoktur. Zira bu (haşa)
Allah’ın tayin ettiği bir durumdur.
Diyelim ki Şia’da bu konuda uzlaştık. Ne de olsa Hz.
Hüseyin’in (R.A.) evlatlarının ümmetin faziletli insanları olduğu konusunda
Ehli Sünnet’in de ittifakı vardır.
Fakat tam burada 11. İmam Hasan Askeri’nin doğmamış oğlu
İmam Mehdi’yi nereye koyacağız? Zira erken dönem Şii kaynakları Hasan
Askeri’nin vefatı sonrası bir oğlu olmadığını yazıyordu. İçine girdiği krizden kurtulmak için Hasan Askeri’ye bir oğlu tayin etmek ve onunda
Gaybet’e gittiğinin açıklamasıyla bir çıkış yolu buldular.
İran Devrim Rehberi Hamaney, şu an Hasan Askeri’nin olmayan
oğlu adına İran’ı yönetmekte. Humeyni,
kimsenin görmediği Hasan Askeri’nin oğlu Mehdi
(şia kaynaklarında Naibler ve büyük Şii âlimlere tevki vermesi dışında
Mehdi’nin sadece Naiplere Humus ve Zekât vermeye yanaşmayan Şii bir topluluğa
göründüğü iddia edilir) adına İran’da devletin sahibi oldu.
Şimdilerde sesi soluğu pek çıkmasa da Irak siyasetini yöneten Taklidi Merci Ayetullah Ali Sistani bu Mehdi adına ABD’den yüz milyonlarca dolar aldı. (Ahir zaman alametleri arasında yer alan Mehdi’nin geleceğini inkar etmiyorum. İnkâr ettiğim Şia’da yaşadığı iddia edilen Mehdi)
Şimdilerde sesi soluğu pek çıkmasa da Irak siyasetini yöneten Taklidi Merci Ayetullah Ali Sistani bu Mehdi adına ABD’den yüz milyonlarca dolar aldı. (Ahir zaman alametleri arasında yer alan Mehdi’nin geleceğini inkar etmiyorum. İnkâr ettiğim Şia’da yaşadığı iddia edilen Mehdi)
Daha dini meselelerin yarısına bile gelmediğimiz durumda
meseleler içinden çıkılmaz bir boyuta geldi. Ashabı Kiram’ı tekfir etmelerini,
Hz. Aişe annemize attıkları iftirayı saymıyorum.(arada sadece bu ihtilaf olsa bile yeter de artar bence) Şia’nın kurucu alimlerinden
Şeyh Müfid, Şeyh Tusi, Allame Hilli gibi isimlerde var olan Ehli Sünnet ve Türk
düşmanlıklarına da hiç girmeyelim.
Meseleyi tamamen siyasi bir düzlemde ele alalım.
İran bizim siyaseten
dostumuz mudur?
Türkiye ve Brezilya’nın 2010 yılında İran’la imzaladığı
uranyum takas anlaşmasının üzerinden sanki yüzyıllar geçmiş gibi değil mi? Bu
olayın ardından İran Türkiye aleyhine neler yaptı bir bakalım:
PKK'yı Türkiye'ye karşı cesaretlendirdiler
Terör örgütünün kendi ülkesindeki uzantısı olan PJAK’a büyük operasyonlar düzenleyen İran’ın birden bire PJAK ile ateşkes ilan ettiği haberi herkesi şaşırtmıştı. PJAK ile anlaşan İran, Türkiye’nin PKK ile anlaşmasının önündeki en büyük engel olarak ortaya çıktı. Kandil’e kadar gidip PKK’lı elebaşlarına güvence veren İranlı komutanların Suriye’deki yeni durumdan PKK’nın faydalanacağını vaat etmeleri haberlere konu olmuştu. Suriye’de yapılanan PKK’ya maaş desteğini uzunca bir süre Suriye’deki Esed rejimi yani dolaylı olarak İran verdi.
Terör örgütünün kendi ülkesindeki uzantısı olan PJAK’a büyük operasyonlar düzenleyen İran’ın birden bire PJAK ile ateşkes ilan ettiği haberi herkesi şaşırtmıştı. PJAK ile anlaşan İran, Türkiye’nin PKK ile anlaşmasının önündeki en büyük engel olarak ortaya çıktı. Kandil’e kadar gidip PKK’lı elebaşlarına güvence veren İranlı komutanların Suriye’deki yeni durumdan PKK’nın faydalanacağını vaat etmeleri haberlere konu olmuştu. Suriye’de yapılanan PKK’ya maaş desteğini uzunca bir süre Suriye’deki Esed rejimi yani dolaylı olarak İran verdi.
Suriye ve Irak
Suriye’de başlayan sokak hareketleri İran’ın büyük tepkisini
çekmiş, İran Esed’den yana tercihini kullanmıştı. (Suriye’de hâkim olan
Nusayriliğin kurucusu İbn Nusayr, Şiiler tarafından yalancılıkla ve küfürle
suçlanmıştır) Öyle ki Mısır’ın şehit devlet başkanı Muhammed Mursi’nin
İran’daki Bağlantısızlar Hareketi toplantısındaki konuşmasını bile
sansürlemişti.
İran tam tersini yapsa ne olurdu? Bir an için bu sorunun
cevabını arayalım. Suriye’de halk hareketleri başlamış, Esed Rejimi katliam ile
cevap veriyor ve İran Türkiye ile birlikte Esed’i durdurmaya çalışıyor. Esed
devlet başkanlığını bırakıyor ve geçiş dönemi Türkiye ve İran’ın gözetiminde
kansız geçiyor. İran’ın İslam ümmeti nezdindeki prestiji nasıl olurdu?
Daha da geriye gidelim. 2003 yılı ABD, Irak’ı işgal ediyor.
Taklidi Merci Ayetullah Ali Sistani, Mehdi zuhur etmediği için Şiiler üzerine
cihadın farz olmadığını açıklamış. Hemen akabinde Hamaney, yanına Haşimi
Rafsancani, Muhammed Hatemi ve o sırada İran’da bulunan Muhammed Bakır El
Hekim’i alarak Sistani’nin fetvasının geçersiz olduğunu açıklıyor ve Şiileri
ABD’ye karşı Cihada çağırıyor.
Yukarıdaki iki paragraf bir hayal olarak kaldı. İran, ABD
ile birlikte Irak’ı işgal etti. Bağdat başta olmak üzere Sünnilerin yaşadığı
pek çok kentte yapılan işkence ve zorunlu göçlerle bu şehirlerin demografik
yapısı değiştirildi.
Şimdilerse İran karşıtı Iraklı Şii din adamı olarak
gösterilen Mukteda Sadr, ABD ile arası bozulunca uzunca bir süre İran’da
yaşadı. Halen İran karşıtı protestoları organize eden adam olarak İran’ın Kum
kentinde dini eğitim alıyor. Hamaney’in dizinin dibinden ayrılmıyor ama Irak
karşıtı.
İran Irak işgalinde ABD’nin yanında durmasının mükâfatını
fazlasıyla aldı. Kerbela’da 2016 yılında İranlılar Hacı oldu. İran bütün bunları
yaparken, Türkiye ne zaman Irak’la ilgilense bunu engelledi. Bunu kimi zaman
Maliki gibi isimlerle, kimi zaman Haşdi Şabi gibi yamyamları aracılığıyla kimi
zaman da bölgedeki halkı kullanarak yaptı.
Suriye’de başından beri Esed’i destekleyen İran, bir yandan
Afganistan ve Pakistan’dan devşirdiği militanlarını Suriye cephesine sürerken
diğer yandan medyası aracılığıyla Türkiye’nin teröre destek verdiğini iddia
etti. Türkiye’deki uzantıları aracılığıyla bu iftirasını destekleyen İran, Halep’i işgal ettiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı
açıkça hedef aldı. Halep düştükten
sonraysa tam tersi yayınlarla Erdoğan’ın Halep konusunda kendilerine yol
verdiğini iddia etti.
İran’ın Türkiye düşmanlığı bununla sınırlı kalmadı. Fırat
Kalkanı Harekatı DEAŞ’a karşı olmasına rağmen İran tepki gösterdi. Afrin Harekâtı
sırasında en büyük tepkiyi gösterenlerden biri İran ve medyasıydı. Pek çok
yalan haber İran medyası aracılığı ile dolaşıma sokuldu. Afrin düşerken İran’ın
emrindeki Şii milisler PKK’ya yardıma gitti.
Barış Pınarı Harekâtı’nda İran’ın tepkisi o kadar abartılıydı ki
Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkça İran’ı uyardı.
İran’ın yaptığı en büyük kahpeliklerden biriyse Allah’ın
izni keremiyle boşa çıktı. İran’da
yapılan İdlib konulu Astana buluşmasında İran, heyetler arası özel konuşmayı canlı
yayına açtı. Bunu yaptığından ne Erdoğan’ın ne de Putin’in haberi vardı.
Amaç, Erdoğan’ın İdlib’e askeri müdahaleye onay verdiğini (askeri müdahale dediğime bakmayın katliam, bildiğin dümdüz sivil katliamı) canlı yayında göstermekti. Erdoğan’sa insanüstü bir gayretle muhataplarını ikna etmeye çalıştı. Ruhani’nin suratı canlı yayından haberdar olduğunu gösteriyordu.
Amaç, Erdoğan’ın İdlib’e askeri müdahaleye onay verdiğini (askeri müdahale dediğime bakmayın katliam, bildiğin dümdüz sivil katliamı) canlı yayında göstermekti. Erdoğan’sa insanüstü bir gayretle muhataplarını ikna etmeye çalıştı. Ruhani’nin suratı canlı yayından haberdar olduğunu gösteriyordu.
Hal böyleyken Vahdet’ten, İran düşerse Türkiye’nin
düşmesinden bahsedenler bizim bilmediğimiz neyi biliyorlar ki bu iddiada
bulunuyorlar merak ediyorum?