“Ben de çok kederliyim kadınların çektikleri cefadan
Ama öyle müşkül bir mesele, halline imkân bulamam.”[1]
İsmet Özel, “Seçmecilik” makalesinde Hint Yarımadasının
büyük şairi Muhammed İkbal’in bu sözlerini eleştirir. Özel’e göre İkbal’in
yapması gereken, İslam’ın tek doğru
olduğunun idrakiyle kederlenmemesi gururla hakikati savunmaktır.
Muhammed İkbal’in bu sözleri sarf etmesinden o tarihlerde
Hindistan yarımadasında “İslam’da kadınların hakkı olmadığı” ya da “kadınlara
verilmeyen haklar nedeniyle İslam’ın zor durumda kaldığı” gibi tartışmaların
yapıldığını anlayabiliriz. İkbal’de sözlerinden de bu yorumlara katıldığını ama
elinden bir şey gelmediğini anlayabiliyoruz.
İslam ve kadın konusu İkbal’in vefatından 81 yıl sonra da
tartışılmaya devam ediyor. Fakat tartışmanın boyutu o kadar şekil değiştirdi ki
vaktiyle eleştirilen Muhammed İkbal’in durduğu yer şimdi gelenekçi olarak
adlandırılabilir. Zira artık, Kur’an-ı
Kerim ve Hz. Muhammed’in (A.S) aslında öyle söylemediği, yani meselenin aslında
“müşkül” olmadığı ve hallinin kolay olduğu iddia ediliyor.
“Kadın
bölümünün sonunda ‘Hz. Peygamber’in kadını aşağılayan, cinsiyet ayrımcılığı
yaptığını ima eden herhangi bir söz kendisine mal edilemez’ gibi bir cümle
olacak. Yani kitabımızda kadını aşağılayan, cinsiyet ayrımı yapan rivayetler
kitapta olmayacak.[2]”
2011 yılında bu sözleri Diyanet İşleri Başkanı olarak
Hadislerle İslam Projesi için söyleyen Mehmet Görmez, bugün Türkiye’nin en
saygın İslam âlimlerinden biri olarak kabul ediliyor. Ona yönelik her eleştiri
“Müslümanların geri kalmasını isteyenlerin” söylediği sözler olarak kabul
edilip itibarsızlaştırıyor.
İlk başta bu sözlerde bir sıkıntı görmeyebiliriz. Zira
“Âlemlere rahmet olarak gönderilen” Hz. Muhammed’in (A.S.) kadınları
aşağılaması düşünülemez. Fakat kadının aşağılanmasından kasıt nedir? Bugünün
dünyasına kadınlara “anne” demek bile bir aşağılama olarak kabul ediliyor.
Cinsiyet ayrımcılığının içine bugün eşcinseller de giriyor? Bu kadar modern ve
sürekli değişen terimlerle Hz. Muhammed’in (A.S.) hadislerini ayıklamak ne
derece sağlıklı? [3]
Dahası bu düşünceyi Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla ve “Hadislerle İslam” gibi
son derece iddialı bir projenin merkezine koymak ne kadar İslami?
Diyelim ki Hz. Muhammed (A.S)’in ağzından çıktığı kesin
olan bir Hadis-i Şerif’te bugünkü değerlendirmelerle kadın aşağılandı. Biz
Peygambere imanımızı mı gözden geçireceğiz. Bizim değerlendirmemiz bu kadar
önemliyse Hz. Kur’an’dan haşa “nefret ve şiddeti körükleyen” ayetlerin
çıkartılmasını isteyenlere tepki göstermemiz ne kadar etkili olur? [4]
Tıpkı Kadın-Erkek eşitliği
gibi “nefret söylemi ile mücadele” de bu günün en önemli “ortak”
kazanımlarından biri değil mi?
Tartışmanın
odağında hep kadınlar
15 Temmuz sonrasında Türkiye’de dindar gençlerin deizme
kaydıkları çokça konuşuldu. Konuyu ilk gündeme getirenlerden biri olan İhsan
Fazlıoğlu Hoca, “ne Deizmi ateist olan başörtülü öğrencilerim var.” Sözleriyle
dikkat çekmişti. [5]
Bu açıklamanın sonrasında başını açan, dindarlıktan uzaklaşan ve kadınların
hikâyeleri[6], camilerde erkeklerle
birlikte saf tutmak isteyen “dindar” kadınların mücadelesi [7] gündemi sürekli meşgul
etti.
İhsan Fazlıoğlu aynı cümleyi “15 Temmuz sonrası erkek öğrencilerim geldi
ve ateist olduklarını açıkladılar” şeklinde kursaydı Allah-u alem aynı etkiyi
görmeyecekti.
10
yıl önce dalga geçilen meseleler artık devletlerin himayesinde
Amina Wadud, ABD’de erkeklere de imamlık yaptığında kimse
onu ciddiye almamıştı. Hatta Wadud Türkiye’ye gelmiş, Cüneyt Zapsu’nun eşinin
de katıldığı bir kadınlı erkekli cemaate imamlık yapmıştı. Birkaç hafta
konuşulan olay sonra unutuldu gitti. Wadud hâlâ bazı camilerde tuhaf cemaatine
imamlık yapıyor ama artık daha popüler bir isim var: Seyran Ateş. FETÖ’cülerin
de desteğiyle kurduğu ibadet merkezinde imamlık yapan Ateş, bugün Almanya’nın
İslam ve Müslümanlarla alakalı politikalarında sözüne önem verilen 3-5 kişiden
biri haline geldi.
Seyran Ateş’in bu projesiyle paralel olarak, namaz kılmak
isteyen dindar kadınların camilerden kovulduğunu ve onların ortak bir
mücadeleye giriştiğini sürekli okuduk, tartıştık. Oysa hikâye şuydu, camilerde
erkeklerle aynı safta namaz kılmak isteyen kadınlar tepki göstermişti. Kadın
madem sokakta, okulda, sınıfta, siyasal mücadelede erkeklerle yan yanaydı neden
camide olamıyordu? Aslında sorunun kendisi bile asıl sorunun ne olduğunu ortaya
koymaya yetiyordu. Barajın kapağını açarsanız evinizin suyun altında
kalmasından şikayet hakkınız olamazdı.
Avrupa’da
yasak ve “İslam ülkelerinde” değişim
paralel ilerliyor
Avrupa ülkelerinde başlayan yasak furyası ile dindar
kadınların peçe takması engellendi. İş burada kalmadı, artık başörtüsü kamusal
ve özel alanda yasaklanmaya başladı. Peçe yasağına Tunus dâhil oldu. “Avupa’da
dindar erkek ve kadınların ne işi olduğu” sorusunu sormak bile bugün dindarlar
arasında gerici olarak tanımlanmak için yeterli. O eşiği aşalı çok oldu. Batılı
ülkeler bu yasaklarla kendi “İslamlarını” ortaya koyarlarken, Suudi Arabistan
ve İran’da başlayan değişim rüzgârı dikkat çekici. Özellikle Suudi Arabistan’da
Kraliyet ailesinin himayesinde Arabistan’da yaşanan değişimin hızı takip
edenleri şaşırtan boyutlarda.
Haliyle Türkiye’de bütün bu değişim taleplerinden payına
düşeni aldı.
Bugün ülkemizde maalesef dindarlar arasında “camilerde
kadınlara arka tarafta namaza durun” demek bile eleştiri sebebi olabiliyor.
Peki, bu noktaya nasıl geldik? Buna birden fazla cevap vermek mümkün.
1-Öncelikle İslami kaynaklarda kadınlara yönelik bazı hakların görmezden gelinmesi ister istemez. bu tartışmaları alevlendirdi. Bugün boşanan kadının çocuğunu emzirmek için ücret talep edebileceğini söylesek, herkes “nereden çıktı bu?” diyebilir.
Ya da “boşanan kadınların iddet süreleri
bittikten sonra evlenmeleri gayet doğaldır” cümlesini yüksek sesle
söylediğinizde homurdanmalarla karşılaşmanız büyük bir olasılıktır. Merak
edenler tefsir kitaplarından Bakara Suresi 231. Ayeti ile 237. Ayetleri arasını
okuyabilir. [8]
Hz. Peygamberin eşleriyle olan
münasebetini peygamberimizin adını anmadan aktardığınızda, taş fırın erkekliği
rahatsız olabilir.
2-Geleneğin
kaybolması. Burada gelenekten kastımın ilim geleneği olduğunu peşinen -belirteyim. Tam da burada itiraz olarak "kadınların kötü durumundan
geleneğin sorumlu olduğunu" iddia edenler çıkacaktır. Oysaki hakikat böyle
değil.
1784 yılında Şam’da dünyaya gelen büyük
İslam âlimi İbn-i Âbidîn, Reddül Redd'ül Muhtar eserinde bir fetvaya yer verir:
Dünyanın en doğusunda esir alınan mü’mine
bir kadını kâfirler henüz kalelerine ulaştırmadan önce dünyanın en batısındaki
Müslümanlar tarafından kuvvetle kurtarılması veya bütün Müslümanların mallarını
vermeye de mâl olsa fidye verilip o kadının düşmandan alınması vaciptir.” [9]
Dünya üzerinde hangi kadın hareketi,
hangi feminist düşünür bir kadına bu kadar kıymet veriyor?
Şam müftüsü ve Süleymaniye müderrisi Ali bin Muhammed
el-Muradi’nin(1719) Rafizi erkeklerin Ehli Sünnet'e mensup kadınlarla evlenmemesi"[10] için yazdığı risale de
İslam âlimlerinin kadınlara ne kadar önem verdiğini göstermesi açısından iyi
bir örnek.
Risalenin sadece rafizi erkeklere özel yazıldığını
zannedenler okuduklarında fena halde şaşırabilirler.
Bugünse maalesef Ehli Sünnet hocalarımız meseleye direkt
kadınları eleştirerek başlıyor. 50 yıldır kadını dışarı çıkarma üzerinde bir
düzen inşa edip birden bire dışarıda olmalarını da eleştirerek “hadi evinize”
dediğiniz anda kusura bakmayın ama sizi kimse ciddiye almaz.
Sosyal medyada kadınların yaptığı yorumların kepsini alıp
“vah bizim halimize” yazdığınızda normalde söylediğiniz doğru sözlerin de bir
kıymeti kalmaz. Ya hiç sosyal medya kullanmayacaksınız ya da “emri bil maruf
nehyi anil münkeri” hakkıyla yapacaksınız. Hiçbir şey yapamıyorsanız bu
âlimlerimizin fetvalarını duyurun.
3- Müslüman kadınların da Müslüman erkekler gibi
dünyevileşmeden paylarına düşeni almaları. Artık Müslüman kadınlar en ufak bir
hayra davet çağrısını bile kendi şahsiyetlerine yönelik bir saldırı olarak
değerlendiriyorlar ve bu minvalde karşılık gösteriyorlar.
4-Milli Nizam Partisi’nden bu yana dindar erkekler, dindar
kadınlarla birlikte siyaset yapıyor. Hatta kadınların siyasi partilerdeki ve
derneklerdeki çalışkanlıkları herkesin malumu. Eğer siyasi mücadeleyi, üniversitelerde
okumayı, mücadelenin temeline yerleştirirseniz bu süreçlerin içinde yer alan
insanlara bir süre sonra “sen buradan ileriye geçme” demenin pek bir etkisi
olmaz.
5-Kadınlar üzerinden tartışmanın her zaman daha cazip
olması. Bugün dindarların lüks yaşamları üzerine tartışanlar başörtülülerin
lüks araçlara binmesini eleştiriyor. –Bu konuyu ilk gündeme getirenlerden biri
olan Mehmet Bekaroğlu’nun doktorluk yaptığı dönemde “zenginlerin doktoru”
olarak tanındığını hatırlatmak gerekir.- Deizme ve ateizme kayan Müslümanlar
tartışması hep kadınlar üzerinden yürüdü. Çünkü daha dikkat çekiyor.
6- Yaşadığımız dünyevileşmeye bağlı olarak evlilik yaşının
yükselmesi/ evlilikten beklentinin farklılaşması.
Bugün Müslüman kadınlar bile dışarıda ücretli çalışmayı
tercih etmeyen kadınları 2. Sınıf görüyorlar. Bununla birlikte erkeklerde nikâhlarına
aldıkları eşlerinin ekonomik olarak kendilerine "yük" olmamasını
tercih sebebi görüyor. Çocuk yapmanın düşünülmeme sebeplerinden biri de bu
"külfet" algısı. Hal böyle olunca da evlilik, kadın ve erkek
kavramlarının içi boşalıyor.
Bu altı maddeye başka maddeler eklenebilir. Fakat yazıyı
daha fazla uzatmamak için devam etmeyeceğim.
Sonuç olarak: Bugün geldiğimiz noktada Müslüman erkeklerin
ve Müslüman kadınların arasındaki ilişkinin Allah'ın bizden istediği
noktanın hayli gerisinde olduğu su götürmez bir gerçeklik olarak karşımızdadır.
Bu sorunun çözümünde Kadın ve Erkeklerin, Allah indinde kulluk noktasında eşit
olduklarını, fakat sorumlu tutuldukları alanların farklı olduğunu idrak etmek
önemli bir merhale olacaktır. Ayrıca kadın erkek ilişkilerinde diğer tüm
olaylarda olduğu gibi Allah Resulü Hz. Muhammed’in bize en büyük ve güzel
olduğunu hatırlamak bizi başka örneklere sapmaktan koruyacaktır. Bu noktada
İslam âlimleri, kadınların ve erkeklerin hak ve sorumluluklarını düzgün, tatlı
bir dil ile ortaya koyan eserler kaleme almalıdır. –Elbette ki gerçeği eğip
bükmeden-. Unutulmamalıdır ki eğer
toplum olarak Allah’ın rızasını kazanacaksak bu sadece kadınlarla veya
erkeklerle olacak bir durum değildir.
[1] Üç
Mesele, Seçmecilik makalesi sayfa 48. Muhammed İkbal’in etkilendiği en önemli
isimlerden birinin İngiliz Oryantalist Thomas Walker Arnold olduğunu İsmet özel
söyleme ihtiyacı duymamış. Diyanet’in İslam Ansiklopedisine göre Sir Arnold,
İslam’da Tebliğ’in tarihi eseriyle İslam’a yönelik “zorla Müslüman yaptılar”
eleştirilerine cevap veriyor. Kitabı okuyanlar etkilenecektir. Fakat yazıldığı
dönemin Hindistan’ında Müslümanların İngiliz Sömürgesine karşı harekete
geçtiklerini akılda çıkarmamak gerekir.
[3] Mehmet
Görmez’in Hadisler konusundaki diğer görüşlerine bakmak için https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/54257/mod_resource/content/1/S%C3%BCnnet%20ve%20Hadisin%20Anla%C5%9F%C4%B1lmas%C4%B1%20ve%20Yorumlanmas%C4%B1nda%20Metodoloji%20Sorunu%20ve%20Yeni%20Bir%20Metodoloji%20%C4%B0%C3%A7in%20At%C4%B1lmas%C4%B1%20Gereken%20Ad%C4%B1mlar.pdf
[6] Seçilen
örneklerin ne kadar doğru olduğuna bakmak için https://twitter.com/_ufunet/status/1137419051607711744
[8] Diyanet
Vakfı Mealine göre ayeti kerimenin(231) meali şöyle: Kadınları boşadığınız ve
onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit ya onları iyilikle tutun yahut
iyilikle bırakın. Fakat haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikâh
altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük etmiş olur.
Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini,
(size verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab'ı ve hikmeti
hatırlayın. Allah'tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.
[9] Bu
müthiş fetvadan beni haberdar eden Muhammed Köse ağabeye teşekkür ediyorum.