Fetullah Gülen 1986 yılında gözaltına alındığında yanında
bulunanlardan GATA’da görevli üsteğmen Mustafa Sarılmaz’ın 7 yıl sonra Turgut
Özal öldüğünde GATA'da nöbetçi subay olarak olması size tuhaf gelebilir. Özal'a "bedeni bozulmasın" diyerek kimyasal
madde enjekte eden ve cesedini yıkayan Mustafa Sarsılmaz’ın daha sonra FETÖ'nün
Şifa hastanesinde dekan olması da bu hikâyeyi daha da ilginç hale getiriyor.
[Mustafa Sarsılmaz şimdi Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili aranıyor.]
15 Temmuz'un üzerinden neredeyse iki yıl geçti. Fetullahçı
Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılandırması ya da kısa adıyla FETÖ
soruşturmaları devam ederken iktidarın önünde büyük bir muhalif blok oluşmuş
görünüyor.
Bu muhalif blokun büyüklüğü temsil ettikleri kitlelerin
çokluğu ile değil, iktidar partisini etkileme gücünden kaynaklanıyor. AK
Partinin temelini oluşturan muhafazakâr kesimden önemli isimlerin oluşturduğu bu blokun devam eden FETÖ operasyonlarıyla ilgili birkaç talebi var. [İsimlerini herkes açıkça bildiği için tekrar yazma gereği duymadım. Herkesin gözü önünde cereyan eden olaylar bunlar. ] Genellikle mağdur hikâyelerin paylaşılmasıyla
dile getirilen bu talepler, hikâyelerin yalan çıkması sonucu geri çekilmiyor.
Hatta iddiaları yalan çıkmasına rağmen paylaşımlarını silmiyorlar bile. 800 rt
alan yalan paylaşımın altına 20 rt alan bir twit atıldığı zaman mesele bitiyor
çünkü.
Gelelim taleplere:
Taleplerden birincisi:
Darbeye katılanlar ile örgüt üyelerinin birbirinden ayrılması.
Bu iddiayı dile getirenlere göre, 15 Temmuz darbe
girişiminde aktif rol alan askerler en ağır cezaları almalı ama bu yapının
içindeki siviller ceza almamalı.
FETÖ'nün diğer terör örgütlerinden ayrılan yapısı standart
bir hiyerarşiyle yönetilmemesi. Örgütün mutlak bir lideri ve tepe yapılanması
var ama iş o noktadan sonra değişiyor. Söz gelimi TSK imamı yardımcı doçent
olan Adil Öksüz. Akıncı üssünde yakalanan sivil imamların orgeneralleri
yönetmesi ne terör örgütü ne de askeri mantıkla açıklanamaz. Subay orduevlerine
astsubayları almayan bir ordu yapısına sahibiz ama FETÖ'nün yakalanan en üst
düzey askeri üyelerinden biri Astsubay Zekeriya Kuzu. Zekeriya Kuzu’nun uzman
çavuş olan oğlu da Adana İncirlik 10. Tanker Üs Komutanlığı’nda görevli
olduğunu ve üssün komutanın has adamlarından
[aslında tam tersi ] olduğunu belirtelim. Bu arada Adana’daki FETÖ’cü
askerlerin imamının geçtiğimiz günlerde yakalandığını ve kendisinin taşeron
işçi olduğunu da tekrar hatırlatalım.
Daha önce defalarca twitterda yazmıştım tekrar edeyim:
Akdeniz Bölgesi'ndeki FETÖ'cü subayların imamı Mersin Tarım İl Müdürlüğü'nde
çalışan bir memur. Adam ByLock'ta Genel Müdürler grubunda ve CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu'nun Başdanışmanı Fatih Gürsul ile görüşüyor.
FETÖ'nün bütün bu karmaşık yapılanmasının bile henüz
çözüldüğünü düşünmüyorum. Söz gelimi geçtiğimiz günlerde Adana'da yakalanan
teröristlerden birinin konumu "Bahçıvanlık". Bu askeri
okullarda okuyan öğrencilerden sorumlu örgüt yöneticilerinin sorumlusu demek.
Üstelik bu bütün Türkiye'dekilerin değil. Sakarya’da örgüt bağlantısı nedeniyle
görevinden alınan öğretmen “masum olduğu” ortaya çıktığında görevine iade
ediliyor. Tabi kendisinin bir süre sonra İstanbul’daki bazı subayların imamı
olduğu ortaya çıktığında tekrar tutuklanıyor.
Karşımızda asker sivil ayrımı yapmadan örgütlenmiş karmaşık
bir terör örgütü var.
Bu örgütü cemaat ve FETÖ ayrımı ile ayırmak sirkeyi üzüm ve
su olarak ayırmaya çalışmak gibi beyhude bir çaba.
Taleplerden ikincisi
bebekli annelerin cezaevine atılmaması.
Örgüt içi evlilik yapan ve belirlediği önemli isimleri
evlilik yoluyla bünyesine dâhil eden -bu konuda da oldukça yetenekli olan-
FETÖ'nün 2 yıldır sömürdüğü bebeklerin cezaevine girmesi. Aslında tam olarak "bebekleri doğuran örgüt üyesi kadınların cezaevine girmemesi."
Yakalanan kadınların birçoğu 15 Temmuz darbe girişiminden
sonra haklarında yakalama kararı olan isimler.
Bazıları da -bunlar örgüt hiyerarşisinde önemli konumdalar-
15 Temmuz'dan önce de aranan isimler. Ne hikmetse bu aranan kadınlar "zor
şartlar altında" hamile kalıyor ve tam doğururken hastaneye yatıyor.
Ondan sonra merhameti ve vicdanıyla meşhur ne kadar islamcı,
solcu, liberal vb. Varsa başlıyor bağırmaya: "Bebeklerin, annelerin yeri
cezaevi değil." Bu doğuranlardan bazıları sadece hamile kalmak için 1.5 ay
evlilik yapmış ne gam.
Zaman gazetesinin yayınladığı darbeden önce bebek temalı
reklamından bahsetmeyelim adımız komplocuya çıkar.
Üçüncü talep: Suçun
şahsiliği ilkesi gereği örgüt üyelerinin ailelerinin süreçten etkilenmemesi
Örgüte dâhil olmuş bir kişinin devlet görevlisi olarak
kalması akla ve mantığa aykırıdır. Terör örgütü tarafından o göreve
atanan(atanan kelimesini bilerek seçtim zira FETÖ, örgüt üyelerini, örgüte
yapabilecekleri hizmete göre bir takım memurluklara atıyor) maaşından terör
örgütüne maddi destek sağlayan, örgüt isteklerini harfiyen yerine getiren
insanların memurluk görevine devam etmesi beklenemez.
Memurluktan ihraç edilenler özel sektörde geçmişleri
bilinerek istihdam şansı bulabilirler mi bu da bizim sorunumuz değil. Dağda
eğitim gören bir PKK'lının bulunduğu ortamda karşılaştığı sorunlar nedeniyle
suçlanabilir miyiz?
Suçlu ile ailesini ayırmak elbette ki elzemdir. Bir an için
FETÖ'nün neredeyse 40 yıldır örgüt üyelerini kendi aralarında evlendirdiğini bu
iş için örgüt içinde özel birimler oluşturduğunu unutalım ve soralım: kocası,
oğlu, kardeşi terörist çıkan masum bir insan ne yapar?
Cevap elbette suça bulaşan aile yakınını itirafçı olmaya
ikna etmek ve bu ağır durumun altında ister istemez mahcup olmaktır.
Oysa karşılaştığımız manzara şudur: Gölbaşında onlarca Özel Harekât
Mensubu polisi şehit eden pilotun ablası, kardeşine itirafçı olmamasını
söylemektedir.
Bursa'da yurt dışından gönderilen örgüt paralarını tek tek
dolaşıp örgüt üyelerine teslim eden yaşlı adam ihraç edilmiş bir memurun
babasıdır.
İstanbul'da görülen FETÖ davalarında neredeyse her duruşmada
FETÖ'cülerin aileleri şehit yakınlarına ve gazilere hakaret etmektedir.
Ankara'da görülen Çatı davasında sanık yakını bir gazinin
burnunu kırmıştır.
Cumhurbaşkanı'na suikast düzenlemeye çalışan alçaklar
yakalanıp ifade verdiklerinde aileleri onlarla nasıl gurur duyduklarını
kameralar önünde açıkça söylemiştir.
ABD'de görülen Halkbank davasında ifade veren FETÖ'cü polis
Hüseyin Korkmaz belgeleri anne babası aracılığıyla saklamış. "evladımız
vatansever" diyen anne ve babası Gürcistan üzerinden kaçmıştır.
Buna benzer onlarca örnek gösterebilirim. Basit bir aramayla
bulunacak bu gerçeklere rağmen iddia sahipleri ailelerin telkiniyle itirafçı
olup örgütün dağılma sürecini hızlandıran 3 örnek gösterebilir mi?
FETÖ davalarında hiç mi mağduriyet yaşanmıyor? Bu soruya aklı başında kimse hayır yaşanmıyor
diyemez. 15 Temmuz sonrası 5 bine yakın hâkim ve savcı ihraç edilmişken,
emniyet bürokrasisi baştan aşağı yenilirken, cezaevlerindeki gardiyanlar,
FETÖ’cüleri araştıran savcılar bile FETÖ’cü çıkarken her şeyin güllük
gülistanlık olduğunu söylemek biraz tuhaf olur. Sıkıntımız günlük siyasi
hesapları nedeniyle FETÖ’nün borazanlığını yapılması, FETÖ ile mücadelenin
sekteye uğratılmak istenmesidir.
Peki hiç mağdur yok mu?
Peki FETÖ davalarında mağdur olan, FETÖ'cü olmadığı halde örgüt üyesiymiş gibi suçlanan ve mağdur olan insanlar yok mu? İhtimal dahilinde var. Bunların ortaya çıkartılması için artık sululuk derecesinde lakayıtlaşan bu kampanyanın bitmesi lazım. 15 Temmuz'dan bu yana 5 bine yakın hakim ve savcı görevden el geçtirilmişken, adliyelerde ve cezaevlerinde yönetici veya personel konumunda binlerce kişi görevden atılmışken, polis ve jandarmanın kendi içinde de büyük temizlik yapılırken yargının mükemmel işlediğini iddia etmek biraz fazla iyimserlik olacaktır. Mağduriyeti ortaya çıkarmanın yoluysa FETÖ'cülerin iddialarını pazarlamak olmamalıdır.
40 yıldır kamu, özel sektör, dini yapılar, sivil toplum
örgütleri, aşırı soldan aşırı sağa kadar tüm siyasi partiler ve akla
gelebilecek diğer tüm yapılanmalarda örgütlenen FETÖ'den bahsediyoruz.
15 Temmuz’dan[ve öncesinde işlediği suçlardan] bu yana hiç pişman olmayan, eline fırsat geçse
daha ağırını yapabilecek bu irini şimdi söküp atmazsak 20 yıl sonra
çocuklarımız bununla uğraşacak.