Taha Kılınç Ağabey’le IŞİD’den İran’a, Suriye’den Kral Faysal’a kadar bölgemizi ve bizi konuştuk. Yoğun mesaisine rağmen beni kırmayıp sorularımı cevapladığı için çok teşekkür ediyorum.
1-Nereden çıktı bu IŞİD?
IŞİD’in çıkış noktasını doğru şekilde tahlil edebilmek için, 2003’teki Irak işgali sonrasında ABD’nin Irak’ta nasıl bir yönetim sergilediğini hatırlamak gerekir. Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra oluşturulan politik arenada, ülkenin eski hâkim gücü olan Sünniler tamamen dışlandı. Bunda İran’ın etkisiyle hareket eden Şii siyasal yapının bilerek attığı adımların etkisi kadar, Sünnilerin kendi basiretsizlikleri de yol oynadı. IŞİD, temelinde Selefi karakter taşımasına rağmen, eski Baasçıları da içine alan büyük bir muhalefet koalisyonu olarak sahneye çıktı. Irak içinde kolaylıkla ilerleyebilmesi de yerel unsurlarla yaptığı işbirliği sayesinde mümkün olabildi.
2- El Kaide yerini İŞİD’e mi bırakıyor?
El Kaide ve IŞİD, farklı siyasal ve sosyal tabanlara hitap ettiği için, iki örgütten birinin diğerinin yerini alabilmesi bence imkânsız. Kısmi yakınlaşmalardan ya da katılımlardan belki söz edilebilir. Zaten biz İslâm dünyası olarak amip usulü bölünmeyi çok sevdiğimiz için, bırakın birinin yerini diğerine bırakmasını, bunlardan yeni yeni örgütler de çıkacaktır.
3- Amerika ve müttefiklerinin İŞİD operasyonu hangi sonuçlar doğurur?
Prensip olarak şu gözlemimi paylaşayım: ABD, işgal ve yayılma stratejisini uygularken, ele geçirdiği ya da tesir ettiği bölgelerdeki halkları tanımama ve onların isteğine aykırı politikaları dayatma yanlışlarını sürekli tekrarladı. Bu bağlamda, İngiliz tipi kolonyalizmle Fransız tipi kolonyalizm arasında bir benzetme yapacak olursak, ABD’nin örneği ikincisine benziyor. İngiltere, işgal ettiği topraklardan çoğu defa sağlam bir siyasal düzen kurarak ve günün birinde geri döndüğünde güzellikle karşılanacağı hatıralar bırakarak ayrılmıştır. Bugün Hindistan’dan Cebelitarık’a kadar, İngiliz yöneticilerinin “yuhalanacağı” bir eski sömürge yoktur. Hepsinde de onur konuğu olarak ağırlanırlar. Halklardaki reaksiyon da yaklaşık olarak böyledir. ABD ise daha şimdiden acılarla ve trajedilerle hatırlanıyor. Bu bağlamda, ABD’nin bölgeye düzenlediği askeri operasyonlar, orta ve uzun vadede kin ve nefretten başka bir şey sağlamayacaktır. Kaldı ki, IŞİD operasyonlarında, sahadaki rahatsızlıkların kaynağı kurutulmadan tepeden bomba yağdırılmakta, siyasal-sosyoloji yine ıskalanmaktadır.
4- Suriye’de muhalefetin kazanma şansı var mı?
İki soru var: “Hangi muhalefet?” ve “Kazanmaktan kastımız nedir?” Suriye’de iki türlü muhalefet var. Birincisi “salon muhalefeti” dediğimiz, yurtdışındaki lüks otellerin lobilerinde ve Batı başkentlerinde iş kotarmaya çalışan, Suriye’deki sorunlardan kopuk ekipler. İkincisi ise sahada bizzat çarpışan, Beşşar Esed rejiminin bütün kahrını çeken kesim. Bu iki muhalefet grubu arasında, uzlaştırılması mümkün olmayan farklılıklar ve ayrışmalar var. Eğer bir kazanmadan söz edeceksek, rejime karşı örgütlü ve yekvücut bir muhalif yapı var olmak zorunda. Bu ise şimdilik mümkün görünmüyor. Kazanma kavramı da, dünyevi ölçüler içinde söz edilecekse, şu anda herhalde en çok Esed’e ve onun müttefikleri İran’la Rusya’ya yaklaşıyor. ABD bile, IŞİD’i vurma görüntüsü altında Suriye’yi Esed’in muhaliflerinden temizleme gayretinde.
5- Türkiye Suriye meselesinde nasıl davrandı/davranmalıydı?
Türkiye, Suriye krizinde gücünün yettiği ve aklının erdiği bütün adımları cesaretle ve sonuna kadar attı. Meseleyi okuma boyutunda bazı eksiklerden söz edilebilir, ama başka bir hükümet ya da siyasi anlayış olsaydı Suriye’deki kriz daha kolay atlatılamayabilirdi. Çünkü Türkiye’nin Suriye meselesinde yaptığı yanlışlar, bir siyasi parti kadrosunun basiretsizliğinden çok, topyekûn bir ülkenin başka bir ülkeye bakışındaki sakatlıklardan kaynaklanıyor. Esed’in ne kadar zamanda düşeceğinden mülteci krizinde verdiğimiz sınavın derecesine kadar birçok meselede millet olarak tamamlamamız gereken birçok eksikliğin bulunduğunu gördük. Bu eksikler sadece bir siyasi partiye mal edilemez. “Aydın kesim” deseniz, bir grup Esed-İran çizgisinde yer aldı, öbür grup -biraz da onlara tepkiyle- Suriye’deki sürecin “İslâmi bir kıyam” olduğunda ısrar etti. Meseleyi kendi saplantılarından uzakta, “Ne oluyorsa o, biz kendimizden bir şey katmadan vakıayı anlayalım” mantığıyla tahlil edenler çok azınlıkta kaldı maalesef.
6- İran Suriye’den vazgeçer mi? (nasıl vazgeçer)
Hâlid Meşal’in, özel bir sohbette bizzat kendisinden dinlediğim bir sözünü aktarıp bir de soru sorayım: “Türkiye Kıbrıs’ı nasıl görüyorsa, İran da Suriye’yi öyle görüyor.” Sorum da şu: “Türkiye, Kıbrıs’tan vazgeçer mi?” Türkiye ne zaman Kıbrıs’tan vazgeçerse, İran da Suriye’den o zaman vazgeçer.
7-İran’ın Batıyla yakınlaşması devam eder mi?
İran’ın Batı’yla yakınlaşması aşk-nefret ilişkisine benzer bir seyir arz ediyor. Batı, bölgeyi ilgilendiren bütün kritik dönemeçlerde İran’ın mutlaka dahlinin olduğunu ve olması gerektiğini çok iyi biliyor. Zaman zaman İran’dan yardım da istiyor. Bunun örneklerini Afganistan ve Irak’ın işgal süreçlerinde yakinen gördük. İran, Ortadoğu’da görmezden gelinemeyecek ve ihmal edilemeyecek kadar önemli bir ülke. Dünyanın süper güçleri, İran’ı “kontrol edilemez, haylaz bir çocuk” olarak görüp, ona dönemsel cezalar vermekle yetiniyor. İran da bunun farkında ve sahip olduğu tabii ve ideolojik kaynaklar eşliğinde, kendi ajandasını tatbike devam ediyor. İran şunu hiç unutmamanın rahatlığı içinde: Hiçbir baba, çocuğunu haylaz diye tutup öldürmez.
8- Arap ülkeleri ne zaman Kral Faysal gibi liderler tarafından yönetilecek?
Rahmetli Kral Faysal, İslâm dünyasının son 150 yılda gördüğü birkaç tane salih ve güzel yöneticiden biriydi. 11 yıl süren iktidarı boyunca, Müslümanların derdiyle dertlendiğine, sadece dertlenmekle de kalmayıp fiili ıslaha da giriştiğine şahitlik ederiz. Faysal’ın, İsrail’in şımarık tavrı nedeniyle Batılı ülkelere karşı başlattığı petrol ambargosu, 25 Mart 1975’te kendi sarayında öz yeğeni tarafından öldürülmesine neden oldu. Bugün her Arap yöneticinin gözünün önünde bu suikastın kanlı sahnesi vardır. İçinde bulunduğumuz kahredici çaresizlik ve acz halinin sona ermesi ve İslâm dünyasının yeni Faysal’lar çıkarabilmesi için, herhalde ilk önce onurlu bir ölümü onursuz yaşamlara tercih etmeye hazır siyasal kadrolar yetiştirmemiz gerekiyor.
9-Yeni bir kitap hazırlığı var mı?
30 yaşıma 7 kitap yayımlamış bir insan olarak girdikten sonra, biraz durmam, düşünmem ve çok daha fazla okumam gerektiğini fark ettim. Yayınevlerinden hâlâ teklifler ve proje önerileri geliyor, ama hepsini “Ah, hiç vaktim yok ki” diyerek reddediyorum. Çünkü çok fazla yazan-çizen, yorumlayan ve konuşan insan olduğunu düşünüyorum. Yaş ilerliyor, ömür azalıyor, okumak en iyi anlama ve anlatma yolu gibi geliyor. Ama bütün bunları söyledikten sonra, günün birinde yeni kitaplarımın yayımlandığını görenler olursa, karşı koyamayacağım bir baskıyla karşılaştığımı ya da mutlaka yazmam icap eden bir durumun oluştuğunu düşünsünler inşallah.
10-Türkiye’de dış politika haberciliğini nasıl görüyorsun?
Türkiye’nin her şeyi kendisine benziyor. “Köprü ülke” olduğumuzdan, insanlar, olaylar ve fikirler de üzerimizden akıp geçiyor. Köprüde yatıp konaklamazsınız, onu sadece geçmek için kullanırsınız. İbn Haldun’un “Coğrafya kaderdir” deyişinde olduğu gibi, coğrafyamız bizim karakterimizde, fikir ve düşünce hayatımızda biteviye bir “geçiş hali” olarak tecelli etmiş maalesef. Dış politika haberciliği de bu genel çerçeve içine oturuyor. Derinlik, istikrar, insaf ve bilgi henüz dış politika haberciliğinin çok uzağında duruyor.