Pinperest

27 Aralık 2012 Perşembe

Bitmeyen Utanç Uludere

Artık bilmeyen kalmadı ama tekrar etmekte fayda var, 28 Aralık 2011’de her metrekaresi cennet olan güzide topraklarımızda, bir katliam gerçekleşti. Şırnak Uludere'de kaçaktan dönen köylülerin üstüne savaş uçakları tarafından bombalar atıldı, çoğu çocuk 34 masum insan öldürüldü. 

Zihni iğdiş edilmiş, merhametten zaten hiç nasibini alamamış insanlar için onlar kaçakçıydı. Hem vergi kaçırıyor, hem de PKK'ya destek oluyorlardı. Zaten Kürt olmaları sebebiyle öldürülmeleri o kadar da önemli değildi.

Bir sürü iddia atıldı ortaya, bir sürü. Öldürülenler arasında PKK'lıların olduğundan[1]   bahsedildi. İddia havada kaldı. Kafilenin içinde Bahoz Erdal’ın telsizinin konularak onunda kafilede olduğu izleniminin verilmek istendiği, Devletin de bunu yediği ve vur emrinin bizzat Başbakan tarafından verildiği, hatta emrin ses kaydının olduğu da başka bir iddiaydı.[2] (Başbakan’ın evinden böcek çıkması haberlerinin gündeme gelmesiyle  düşünürsek) . Daha sonra emri verenlerin komutanlar olduğu söylendi.[3] Ölenlerin tabutlarında PKK bayrakları olduğu söylenip, ölenler suçlandı. 

Hükümetin bugüne kadar geçen bir senede neler yaptığı ortada. En son kıymetli Başbakanımız “Gerekirse özür dileriz” dedi. Bu açıklamayı bile sevinçle duyuranlar oldu. Analar ağlamasın söyleminin, analar ağladıysa ne olmuşa ne zaman döndüğünü kimse sormadı.

365 gün oldu. Meclis Araştırma Komisyonu, Uludere Katliamı Raporunu açıklayamadı bile.  Komisyonun başkanı, “Olur da raporu açıklarsak dağa çıkanlar olabilir.” dedi. [4]

Düşünün Özel Harp Dairesi’nin kozmik odasına giren, askeri istihbarat merkezinden Balyoz ve Ergenekon belgelerini bulan irade, halen daha Uludere Katliamı’nda kim vur emrini verdi ortaya çıkartamadı.

Neden böylesi büyük bir olayda bile İktidar bu kadar rahat konuşabiliyor sorusunun kanımca birkaç cevabı var.


1- Bu ülkede yaşayanların birçoğu öldürülenlerin suçlu olduğunu düşünüyor.  Bunlar Ulusalcı ya da Faşist dediğimiz insanlar değil, sokakta selam verdiğimiz amcalar, dünyanın en naif insanı olduğuna yeminler edebileceğimiz yan komşumuz, hatta ailemizin üyeleri.

2-  Biz de her olursa olsun, devletin zarar görmemesi kuralı hâlâ geçerli.  Dahası Devlet, kendini, halkın sahibi olarak görüyor. Hatırlayanlar olacaktır 22 Temmuz 2004 tarihinde olan Pamukova Tren kazasında 41 kişi ölmüş ve dava zamanaşımından düşmüştü.  Bırakın sorumluların cezalandırılmasını,  kimse istifa bile etmedi.

3- Uludere katliamını BDP’nin sahiplenmesi. İktidara göre (burada iktidardan kasıt Başbakandır.) muhalefet bir konuyu sahiplendiyse bu kötüdür ve karşı çıkılması şarttır.

4-  Başbakanın “Ekibime ben laf söylerim ama kimseye söyletmem” tavrı

5-Başbakan her ne yaparsa yapsın alkışlamaya hazır AKP kadroları (en azından çoğu)


Bu yazıyı yazarken, Uludere yolunda anmaya gelenlerin durdurulduğu haberleri geldi. Öldüren ve öldürdüğünün anılmasına karşı çıkan devlet aklı varken düşmanı uzaklarda aramamaya gerek var mı?

İyi ki ahiret günü var.



[1]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/01/25/uluderede-6-pkkli-terorist-de-olduruldu ve
http://haber.gazetevatan.com/uluderede-yasamini-yitiren-34-kisinin-arasinda-pkklilar-da-mi-vardi/454349/4/Haber
[2]http://arsivlemesemolmazdi.blogspot.com/2012/05/faruk-mercan-uluderede-vur-emrini.html ve hafızam beni yanıltmıyorsa Nevzat Çiçek bu konuda bir yazı yazdı ama arşivlerde bulamadım.
[3]http://www.haberturk.com/gundem/haber/744577-uluderede-vur-emrini-kim-verdi
[4]http://gundem.bugun.com.tr/uludere-raporu-neden-aciklanmiyor-haberi/216882/

6 Kasım 2012 Salı

Anayasacılık

Modernizmin amaçlarından birinin  din kaynaklı kutsalı reddederek yerine insan kaynaklı kutsalı koymak olduğunu söylemek abartı olmaz umarım.  Bunun bizde en güçlü yaşanan uygulaması  Anayasacılıktır (kanunculuk). Kur'an ve Sünnet'ten uzaklaştıkça  Kanunlara ve Anayasa'ya hele de, yeni yapılacak olana bel bağlamanın başka bir açıklamasını bulamıyorum çünkü.  

 
1876 yılında Kanuni Esasiyi hazırlayan Mithat Paşa başkanlığındaki ekip, yapacakları anayasa ile Osmanlı Devletini kurtaracaklarını , halkın kurtarıcısı olacaklarını düşünmüşler miydi bilmiyorum. Bildiğim 136 yıldır kurtulamadığımız bir hastalığı damarlarımızdan zerk ettikleridir.
 

Hilafeti alınan meclis kararını değiştirerek  geri getireceğini düşünmek, başörtüsünü Anayasa değişikliği ile serbest bırakmak, -yasa yapılırken,Cemil Çiçek'in yaptığı; "Neredeyse nasıl bağlanacağını bile maddeye koyacaktık" açıklamasını hatırlayın- Kürt sorununu yapılacak Anayasa değişikliğe çözmeyi ümit etmek, Terörle Mücadele Kanunu sonrası içeri alınan binlerce insanın, yeni yapılacak Terörle Mücadele Kanunu sonrasında serbest kalacağını düşünmek,depremde evlerin yıkılmasını engellemek için yeni bir kentsel dönüşüm yasası hazırlamak ve benzeri uygulamalar mottomuzu aşikar ediyor: "Her sorunumuza bir yasa, gelsin dertlerimize deva."



 Peki  yasa çıkartmak gerçekten bu ülkeyi daha yaşanabilir bir ülke haline getirebilir mi?Derdimiz iyi yasa çıkartamamak mı, yoksa yasa çıkarttıkça sorunlarımızın biteceğini düşünmemiz mi? Bir şeyin kanuni olması onu iyi mi yapar? Allah'ın kanunlarını uygulamazken hatta uygulanır bulmazken, yaptığımız  Anayasalar ne değiştirecek birisi bana bunu tane tane anlatabilir mi?

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Ali Bulaç'a Samimiyet Çağrısı

Mit krizi ile ayyuka çıkan Hükümet Cemaat ayrışması, AKP’nin Özel Yetkili Mahkemeleri kısmen kaldırması ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Numan Kurtulmuş özelinde Has partiye birleşme çağrısıyla dönüşü olamayan bir aşamaya geldi.

Son bir kaç haftadır gazete köşelerinde devam eden İslamcılık tartışmasının evveli Today’s Zaman’da AKP islamcılaşıyor - islamcılığı kötüleyerek- yazılarıyla başladı. Bugün süre gelen tartışma ise Ali Bulaç ve Mümtaz Er Türköne yazılarıyla ve buna cevap veren yazılarla devam ediyor.

İslamcılık tartışmasının İsmail Kara-Haksöz ekibi tartışmasından alınıp, İslami Camia’da güncel olarak tartışılması elbette iyi.

İslamcılık nedir ne değildir, iyi midir kötü müdür, bunları tartışmak tanımlamak blog yazısı işi değil. Sadece şu kadarını söylemekle yetineyim, İslamclığı kötüleyen bir çok camianın uygulamaları ve uygulamarından beklediği hayır itibariyle İslamcı olduğunu söylemek Türkiye’ye mahsus komedilerden biridir.

Bu yazıyı yazma nedenim, Ali Bulaç üstadımızın bugün yazdığı yazı. Mehmet Ocaktan’ın “Ali Bulaç başbakanı sevmez” açıklamasına bozulan Ali Bulaç “beni kovdurmak istiyorlar” manasına gelecek bir yazı yazmış.

Gene bugünkü yazısında “Bugünlerde Başbakan'ı birileri fena halde dolduruşa getirmeye, İslamî cemaatlerle arasını açıp 10 yıllık performansı sona erdirmeye çalışıyor.” yazmış ki bir kaç satır yazmak şart oldu. (bana neyse)

Öncelikle bugünkü satırların yazarı Ali Bulaç seçim döneminde “Başörtülü Aday Yoksa Oy da Yok sloganıyla” ortaya çıkan Başörtülü Müslüman kadın yazarların arkasında bazı iyi saatte olsunların bulunduğunu yazan (2 nisan 2011) Ali Bulaç aynı kişi midir? o tarihte bu hamle AKP’yi kapattırır, bu hamleye ne gerek var diyen Ali Bulaç’a biz de bugün ne değişti de Muhalif kimliğiniz aklınıza geldi dersek hadsizlik etmiş olur muyuz?

Peki AKP hangi islami cemaatlerle arasını bozmuştur son dönemlerde? İskender Paşa cemaati zaten Milli Görüş partilerine yıllardır mesafeli. Süleymancıların büyük bir kısmı oy bile vermiyor. İsmail Ağa’nın bir kısmı Saadete oy vereceğini aleni olarak açıkladı. Menzil’inse hiç bir zaman olmadığı kadar siyasetle arası iyi. E geriye kim kaldı? Niçin bu kadar açık ve sert yazıların yazıldığı bir ortamda bile yazılar yuvarlak ifadelerle yazılıyor?


Oysa aynı Ali Bulaç üstadımız mit krizinin olduğu dönemde, AKP’ye “iktidarı cemaatle paylaşın” yazarken çok netti.

Beni kovdurmak istiyorlar manasına gelecek ifadelere sadece şaşırmak gerekir galiba. Başbakana “gemin batacak”, (30 temmuz), “cemaate dokunan taş kesilir” (13 şubat) yazıları yazan Ali Ünal kovulmuş mudur ki Ali Bulaç kovulacaktır. Meseleye ergen gençler gibi yaklaşan bazı yazar ve televizyoncuların ismini zikretmeye bile gerek yok. Hepsi göz önünde aşikar olarak yapıyorlar yorumu.


İslamcılık tartışmasının ülkemizdeki Müslümanlara faydalı olmasını istiyorsanız samimi olun, meramınızı, lafınızı eğip bükmeden yazın sayın Ali Bulaç. İslami camiadaki ağırlığınız, ilminiz, eserleriniz bunu gerektirir.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Fosseptiklerin Dehşeti

Dün bir haber düştü internet sitelerine. İki gündür olayın ne kadar dehşet verici olduğunu yazmaktan iflahları kesildi.

46 yaşında bir kadın, babası yok, sevdiği ya da kocasından ayrılmış. Hayattaki tek dayanağı annesi öldüğünde kabullenememiş, inanmak istememiş, yakıştıramamış, belki de yalnız kalmaktan korkmuş, annesinin öldüğünü kendisine bile söylememiş. Üstündeki hırkayı bile çıkarmamış ve yedi yıl aynı evde kalmış. İhtimal dahilinde her gün annesiyle konuşmuş, yemek hazırlamış yanına bırakmış, yemeğin yenmediğini görünce "anne yaşlandıkça huysuzlaşıyorsun" demiş, bazen kavga etmiş.

Hasbelkader olay ortaya çıktı ve önce Hürriyet sonra Habertürk (kuvvetle muhtemel diğer medya kuruluşları( dehşete düştü. Öyle ya devir , yırtılmış ayakkabıyı tamir etmenin bile zayıflık olarak görüldüğü, eskiyen her şeyin atıldığı, yeni şeylere(sevgili, dost, cep telefonu, kredi kartı, ayakkabı, çanta, araba ne derseniz deyin ) sahip olmanın yaşamanın gayesi haline geldiği devirler


Bizler yaşayan annelerimize, babalarımıza bile tahammül edemezken, hastalandıklarında başımızdan atmaya çalışırken bir kadın ölen, etleri kokan büyük ihtimalle böceklerin musallat olduğu ve kemikleri kalmış annesiyle 7 yıl yaşıyor. Ne saçma, ne manyakça değil mi? Çocuklarının altını değiştirirken bile kusan, ellerini defalarca yıkayan, antibaktariyel jellerle temizleyen annelerin ve babaların çağında, hayattaki tek dayanağıyla öldükten sonra 7 yıl onun kokmasına aldırış etmeyen Nazan Öncel elbette bizi dehşete düşürecek. Hayatı boyunca hastalanan annesinin ya da babasının temizliğini yapmamış, ebeveyni grip olup balgam çıkarttığında bile ona nefretle bakan, ultra temiz, ultra hijyeniklerin devrinde Nazan Öncel gibilerin yeri yok.


Hürriyet Nazan Öncel olayı ortaya çıktıktan sonra düştüğü dehşet sonucu soluğu psikologlarda alıp onların görüşlerine başvurdu. O Hürriyette bugün; "Batman canisi'nin hayranları türedi" haberi vardı ne gâm. Nazan Öncel gibi annesinin ölüsüyle 7 yıl yaşayan biri değil ki James Holmes elbet hayranları olacak. Aynı Hürriyet Avusturya'da öz çocuklarına yıllarca tecavüz eden Josef Fritzl'in haberini, foto galerisi eşliğinde verip, onun da tıpkı James Holmes gibi hayranları olduğunu ballandıra ballandıra veriyordu.

Dehşete düşen diğer site Haberturk'de Münevver Karabulut cinayetinde kullanılan testereyi manşetine çekerken, ya da Şefika Etik'in sırtından bıçaklanmış halini manşetine çekerken dehşete düşmemişti. Belki de Nazan Öncel'in annesinin resimlerini çekemedikleri için dehşete düşmüştür ne dersiniz?

22 Nisan 2012 Pazar

Obama bizi bu dertten kurtar

Amerikan Temsilciler meclisinde [bu temsilciler meclisini o kadar çok duyuyoruz ki  sanki oradakileri biz seçtik]  her yıl bu zamanlar Ermeni Olaylarına ait soykırım tasarısı gelir ve biz e toplum olarak Ermeni olaylarını tartışmaya başlarız.

Bu 24 Nisan'da Amerikan Başkanı’nın açıklamalarına kadar sürer. Açıklamasında soykırım manasına gelen “genocide” kelimesini kullanacak mı? Kullanmayacak mı? Heyecanla bekleriz.

Bu sürecin memlekete iki türlü faydası vardır. Birincisi çok bilmiş  gazetecilere ve  emekli diplomatlara ekmek parası çıkar İkincisi de Amerika’nın yaptığı katliamlar akla gelir.

Aklı siz bize gol atarsanız biz kalenize işeriz mantığında çalışan birkaçımız mutlaka “biz de Kızılderili katliamını tanıyalım” diye cinlik yapar. Bakın unutuyordum, bizim milletvekilleri Amerikan muhataplarının kulağını çekmeye gider.  


Akabinde Yahudi lobilerinin bizim için ne kadar önemli olduğu anlaşılır.

Temsilciler Meclisinde ülkemizi seven sevmeyen kim varsa hepsinin şeceresini öğrendikten sonra iş matematik hesabına döner. Hep bir iki farkla tasarının geçileceğinden bahsedilirken, Başbakan açıklama yaparak tasarının geçmesi halinde Hem ABD ile hemde Ermenistan ile ilişkilerin bir daha eskisi gibi olamayacak şekilde bozulacağından ve bu meseleyi Tarihçilerin halletmesi gerektiğinden bahseder. (Aynı başbakanımız Sudan devlet Başkanı hakkında; bir Müslüman soykırım işleyemez diyerek tarihçiliğini konuşturmuştur ama o ayrı )  

Ne hikmetse geçileceğine kesin gözüyle bakılan tasarı bir anda reddedilir ya da geri çekilir. Bu yandaş olsun olmasın Türkiye’nin zaferi olarak lanse edilir. İlk gol atılmıştır. Sıra gelir 24 Nisan'a.   24 Nisan da ne olduğuna hiç bakılmaksızın Amerikan Başkanı’nın ağzından çıkacak kelimelere kilitleniriz. 

O güne kadar büyük bir diplomasi atak başlatırız . Unutmadan bu sene Yerli “Kissinger”la orjinalinin bir araya gelip bu meseleyi konuşmasını bekliyorum. Ermeni diasporası Soykırım desin diye, Yahudi ve silah lobileri geçmesin diye mektuplar yazar. Bu esnada Medyaya konuşan Ermeni patriği – bu sene Mutafyan olmayacak haberiniz yoktur kendisi ağır hasta- ya da temsilcisi, Amerikan Başkanı’na “bizim sorunumuz yok siz karışmayın” açıklaması yollar.  


Bu kumpanya benim hatırladığım son on yılda hemen hemen hiç değişmedi. Sanırım buna artık bir son verme zamanı geldi. Hani biz Soykırım yapmadığımız noktasında bir tereddüt içerisinde değildik. Bu mesele de elimizdeki arşivler kesindi. Her biri TBMM hizmet madalyası sahibi olan ya da sırada bekleyen büyük tarihçilerimiz bu meseleyi batının bir oyunu olarak görüyordu. Bu sıkıntı bu telaş niye?  

Nedenini merak ediyorum sadece 24 Nisan ve herhangi bir ülkenin meclisine Soykırımı tanıma tasarısı geldiğinde Dünya'da olan diğer soykırımlar niçin bir anda dikkatimizi çekiyor. Farkında mısınız bilmiyorum ama biz tam manasıyla 1915 olaylarını tartışmamış dahası ne olduğunu tam olarak bilememiş bir toplumuz. Her seferinde, “ama onlarda şunu yaptılar”, “hem biz yapsaydık bir tanesi sağ kalmazdı”  çiğliğini aşamıyoruz. Ulusalcısı, milliyetçisi, İslamcısı, sosyal demokrat solcusu, sosyalisti tek ortak noktamız belki de bu çiğliktir.  


Türkiye 1915 olaylarıyla yüzleşmelidir. Bunu yapması içinde biz yapmadık, İttihatçılar yaptı söylemini terk etmelidir. Yaşanan acıya dikkat çekilmelidir. Bugün geldiğimiz nokta da hiç kimse bu acıyı inkâr edememektedir.  

1915 olaylarında  bir kişi bile hak etmediği muameleye tabi tutulduysa bu zülümdür. Zulmü yapanların Müslüman, zulme uğrayanların da  Hıristiyan olmasının hiçbir önemi yoktur.  

Hakikati temsilciler meclisinden Ya da ABD başkanından çıkacak karara  ipotek ettirmenin alemi yoktur. Türkiye elindeki belgeleri ve arşivleri tamamen ortaya koyarak 1915 olaylarını aydınlığa çıkartmalı, zarar görmüş insanların kendisinden ve günümüzdeki akrabalarından özür dilemelidir.

Not: Bu yazıyı 2010 yılında yazdım. İki yılda mesafe katedebildik mi siz karar verin?

13 Nisan 2012 Cuma

Cihat Akbel'i Harcamak

Ne zaman takip etmeye başladım Cihat'ı bilmiyorum. Kıymetli ağabeyim Mülteci'nin bir #FF i sonrasında olduğunu hatırlıyorum sadece. (Araştırmacı gazetecilere not: FF gizli servis adı değildir. Faşist Faşist'in kısaltılmışı hiç değildir. Atlamayın hemen) Cihat Akbel'in Twitter feno'luğunu ( feno, fenomen'in aramızdaki kısaltılmışı sevgili araştırmacı gazeteciler)katılmadığı mahkemelerden canlı yayınlar yaparak kazanmadı bu çocuk. Onlarca farklı görüşten seveninin olmasının nedeni için bkz (sözlük formatında kullanılan bakınızın kısaltılmışı) Onur Umut'un yazısı

Bu yazının yazılam nedeni belli; özür dile aylin aslım heşteginden iki gün sonra (yani 48 saat, yani 2880 dakika) Ece Temelkuran'ın önderliğinde başlatılan, Cihat Akbel'i dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi ilan eden, içinde araştırmacı gazetecilerinin, büyük edebiyat eleştirmenlerinin ve büyük tiyatrocuların olduğu koro.

Bilenler sıkılacak , bilmeyenler için meseleyi anlatalım; Cihat Akbel ve bir kaç arkadaşı Aylin Aslım'a attıkları mention sonrası "Abazan" cevabı aldılar. Her ne kadar Aylin Aslım avukatı aracılığıyla yaptığı basın açıklamasında "Abazan cevabının, Aylin Aslım'ı rahatsız eden ve hakkında yasal işlem başlatılan sapığa verildiğini söylese de işin aslı böyle değil. Dileyen Aylin Aslım'a gelen mentionlara bakarak görebilir. Tabi bu yazı sonrası Aylin Hanım twitturk üyeliğini kapattırmazsa.

Akabinde gelişen Özür dile Aylin Aslım heştegi o kadar çok ilgi gördü ki Türkiye Trendinin birinci sırasına yükseldi. Cihat yaklaşık beşbin (rakamla da yazayım araştırmacı gazetecilerimiz için zorluk olmasın 5.000) twitin içinden en fazla 10-20 twit attı. Attığı twitlerde "konserinde orak atalım" cümlesini cımbızlayıp, Aylin Aslım'a saldırdığı iddia edildi.


Bu meselede aklıma takılan bir kaç soru var. Bu sorulara Cihat Akbel'i faşist, vandal, katil, tacizci ilan eden kesim aklıma yatan cevaplar verebilirse Cihat Akbel'i ilk gördüğüm yerde dövüp karakola teslim edeceğim. (yaşca büyüğüm el kaldıramaz)

1- Aylin Aslım'ın basın açıklamasında iddia ettiği üzere 10 nisan 2012 saat 01:00 den 03:00 a kadar kendisini taciz eden twitleri kim atmıştır?

2- "Abazan" demek normal midir? suç vasfı taşımıyorsa başka birisi Aylin Aslım'a Abazan diyebilir mi ?

3- 10 nisan 2012 saat 03:09 da attığınız " Korkum yoktur itlerden/ Ben sokak kızıyım" twitinizin muhatabı kimdir? İT lafı hakaret değilse, başka biri size İT diyebilir mi ?

4-Sizi rahatsız eden, hakkında mahkeme kararı çıkarttığınız sapığınızla bile "abazan" diyerek kafa bulacak engin bir hoşgörü sahibiyseniz bu hoşgörünüzü niçin Cihat Akbel'den esirgiyorsunuz.


5-Ece Temelkuran ve Ezgi Başaran kıymetli arkadaşlarının saldırıya uğradığını düşünüyorsa niçin iki gün bekledi?

6-Ezgi Başaran, Mesut Bahtiyar ile mentionlaşmasında "şakaydı kaka oldu " yazdı. Kakayı Cihat Akbel ve yakın arkadaşları yapmadıysa kim yaptı?

7-Özür Dile Aylin Aslım heştegi altında Aylin Aslım'a hakaret edildiyse, bunun suçlusu niçin Cihat Akbel? Twitter'ın; "heştegi başlatanın heştegdeki tüm twitlere müdahale etme/silme yetkisi vardır" kuralı var da biz mi bilmiyoruz?

8- Aylin Aslım'ın avukatı yasal işlem başlattığını söylediği halde, "Ayağınızı Denk Alın" yazan Ahmet Mümtaz Taylan ne yapmayı düşünmektedir. Cihat Akbel'i dövecek midir?

9-Aylin Aslım olayına coşan Ahmet Mümtaz Taylan aynı tavrı oynadığı dizide dayak yiyen kadın meslektaşı için niye göstermemiştir?

10-Özür dile Aylin Aslım heştegine katılanları vandal ilan eden Ahmet Mümtaz Taylan, heştege destek twiti atan Leyla İle Mecnun dizisinin senaristi Burak Aksak için de aynı düşüncelere sahip midir?

11-Ece Temelkuran, Aylin Aslım, Ahmet Mümtaz Taylan, Ümit Alan, Ezgi Başaran ve Yekta Kopan'a yazdıkları twitler sonrası hakaret davası açılırsa buna karşı, "Muhlalifleri susturmak istiyorlar, eleştiriye açık değiller" diyecekler mi?

12- SFaysalYildirim, arabeskapachi, hammer_usta ve Cihat Akbel'in twitter'da yazdıklarını okudunuz mu?

8 Nisan 2012 Pazar

Hayırdır Acem Mülküne Ceng mi var?

Tarihler 10 şubat 2012'i gösterdiğinde Amerika'da bulunan Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye'nin İran'a askeri müdahaleyi istemediğini ve olası bir müdahaleye karşı çıkacağını söylemişti. Benzer açıklamaları defalarca duymuştuk.

15 Gün önce Güney Kore'de düzenlenen Nükleer Güvenlik İşbirliği konferansından sonra İran'a giden başbakan'da benzer açıklamaları yapmıştı. Hatta İran ile Batının yapacağı Nükleer Müzakarelerin İstanbul'da yapılacağı söylenmişti. Hemen akabinde gerçekleşen Suriye'nin Dostları toplantısı sonrası, İran tarafından gelen toplantı Türkiye'de olmayabilir açıklamaları sonrası, Ahmet Davutoğlu " Mühim olan toplantının nerede yapılacağı değil, biz başka bir ülkede de olsa buna destek vermeye hazırız" açıklaması yapmıştı.

Bu açıklamaların üstünden kısa bir süre sonra, Başbakan'ın açıklaması geldi, Başbakan "İran'a net olun, başka bir yer istemek sizin samimiyetsiz olduğunuzu gösterir" diyerek rest çekiyordu. Dışişleri Bakanı'nın açıklaması boşa düşüyordu ne gâm!

Ve 5 Nisan 2012 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Harp Akademilerinde bir konferans verdi. Abdullah Gül; " İran'ın nükleer programı çerçevesinde odaklanan gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali bulunmaktadır. Bölgedeki gerilimin sıcak çatışmalara veya iç savaşa sebep olması durumunda, yeni bir belirsizlik ve kaos ortamının doğması yüksek bir ihtimaldir. Bu şartlar altında, Türkiye'nin gelişmeleri uzaktan izleme lüksü yoktur. Dolayısıyla, Türkiye için diplomatik aktivizm ve askeri hazırlık bir seçenek değil, zorunluluktur."(vurgular bana ait ) açıklaması yaparak, masaya birden bire Türkiye ve İran arasında sıcak çatışma seçeneğini koydu.

Elbette bu açıklamalara ekleme yapılabilir, özellikle İsmet Yılmaz (kendisi savunma bakanımız olur ) ve Ahmet Davutoğlu'nun dün yaptığı evlere şenlik Nizamı Alem vurgusu.(Dünyanın en itibarlı ülkesinin son 10 yılda Türkiye olduğunu söyleyen Davutoğlu, Mavi Marmara davasının neden açılamadığını, Afganistan, Somali, Pakistan'da ABD ve Batı önderliğindeki saldırı güçlerine niye destek verdiğimizi, İstanbul'un göbeğinde öldüren Çeçenleri, Gazze Saldırısı esnasında sadece basit açıklamalarla yetinilmesinin nasıl itibar kazandırdığını anlatır mı bize? Bakın Adem Özköse ve Hamit Çoşkun'dan bahsetmiyorum bile )

Bugün Yıldıray Oğur, İran'ın Türkiyeli ulusalcı-sol kesimine verdiği desteği yazmış, sanki yeni bir şeymiş gibi.

Geçelim, bence bugünün en dikkate değer yazısı, Hamdullah Öztürk'ün Mehter Marşı dinleyerek yazdığını düşündüğüm, "İran meselesini Bedri binbaşı çözer" başlıklı yazısı.

Bir süredir Cemaat'in Hükümet'in yumuşak İran politikasından rahatsız olduğunu okuyorduk ama Hamdullah Öztürk paşamız (size paşa diyebilir miyim Hamdullah Ağabey) olayı başka bir boyuta taşıdı. Rüya, şehadet, milliyetçi gaz, şarkının değiştirilerek Nisan ayına yapılan vurgu, bir köşe yazısından çok; Savaş Meydanın'da askerlerine elinde kefeniyle konuşan komutan konuşmasına benzemiş. Hani insanın mahalleden adam toplayıp, İran üzerine sefere çıkacağı geliyor.

Tam Hamdullah Paşamız'ın yazdıkları kendi görüşleriniz camia/cemiyet/hayvanseverler derneği üyelerini bağlamaz derken, zaman'da bir röportaj dikkatimi çekiyor, Todays Zaman Genel Yayın Yönetmeni Dr. Bülent Keneş, İran'ın anadolu'da en etkin zamanlarını yaşadığını söylüyor. Şahkulu İsyanı'nın yeni bastırıldığını düşünürsek haklı. Röportaj'ın ilerleyen kısımlarına baktığımızda, İran'lıların Türkiye'de şirketler kurduğunu, Şia'nın Anadolu'da yayıldığını, İran'ın bazı örgütlere destek verdiğini söylemiş.

Bu üç yazıyı bir sıraya koyduğumuz da, İran'ın ulusalcı kesime destek verdiği, Anadolu'da yayılmacı bir politika güttüğü, Ekonomimizi ele geçirmeye çalıştığı görülüyor. Çözümü'de damarlarımızda taşıdığımız asil LPG'yi hatırlatarak Hamdullah Paşa hazretleri hatırlatıyor.

Daha önce sormuştum gene sorayım, bir süredir yayında olan www.irantehlikesi.com adresinden yayın yapan fena halde propaganda kokan bir site var. Bu siteyi kim/kimler hangi amaçla kurdu?

not: Bu satırların yazarı, İran'ın Suriye'ye verdiği desteğin farkındadır. Hayatının hemen hemen hiç bir döneminde İrancı olmamış, çevresi tarafından Ehli Sünnet Taassubuna sahip olmakla "suçlanan" (ki bence onurdur), birisidir. Montofonluk yapıp İrancı'lıkla suçlamayın.

6 Mart 2012 Salı

FETİH 1453

Sinema eleştirmeni değilim. Bildiğim bir şey var, görsel sanatlardan en çok sinemadan keyif alıyorum. Sinemanın bilerek ya da bilmeyerek propaganda aracı olduğunu düşünüyorum.

Bir film gösterimde. 1453 Fetih. Türk Sinemasının en pahalı filmi. Bazı yerlerinde gülsem de iyi film. ( En azından bizim standartlarımızda).

Anlayamadığım; 2. Dünya Savaşında Amerikanın yediği bokları temize çeken savaş filmlerini alkışlayanlar, Vietnam saldırısını temize çeken filmleri alkışlayanlar, Kovboy filmlerini ağızlarının suyunu akıtarak izleyenler, Kill Bill'deki kafa kopma sahnelerine aşık olanlar, Spartacus'te göt meme ve kesik baş izledikçe kendinden geçenler, Robin Hood ve Aslan Yürekli Richard'ın anlatıldığı hikayeleri hayranlıkla izleyenler, Arap Teroristlere karşı dünyayı kurtaran ABD askerlerinin filmlerini izlemekte sakınca görmeyenler, Sıra 1453'e geldiğinde "ama hamaset, ama milliyetçilik, ama Fetih'te insanlar öldü, bizanslılar öldürüldü" demeye başladılar.

İyi de niye? Eğer Sinema'nın toplumu etkileyen, onun zihin dünyasını yönlendiren propaganda aracı olduğunu düşünüyorsanız, diğer filmlere niye sesinizi çıkarmıyorsunuz?


Aleni bir filme sansür istiyorsanız, başka filmlere sansür istendiğinde niçin ortalığı birbirine katıyorsunuz?

Fetih 1453'ün filmi değil, 2. viyana kuşatması ve sonrasındaki büyük bozgunun filmi yapılsaydı aynı tepkiyi mi verecektiniz?

1 Mart 2012 Perşembe

28 Şubat Mağduru Fethullah Gülen !

28 Şubat geçeli 15 yıl olmuş. 15 Yıl sonra yapılan bazı yorumlara baktığımda ağzım açık kaldı. Acaba bu ülke iki tane 28 şubat süreci yaşadı diye düşünmeden edemedim.

Önce Aksiyon Dergisi , 28 Şubat'ın en büyük mağdurlarından birinin Fethullah Gülen olduğunu yazdı. Gerekçeleri de 1999 yılında Fethullah Gülen'in ortaya çıkan kasetleri sonrasında yargılanması ve Amerika'ya gitmesiydi. Bugün de Ali Bulaç benzer bir yazıyla, 28 Şubat'ın Fethullah Gülen ve Necmettin Erbakan'ı mağdur ettiğini yazdı.


Şimdi, öncelikle hafıza problemi yaşayan bazı yazar, çizer, gazete, dergi ve internet sitelerine ( ne hikmetse hepsi de Cemaate yakındır ) ufak bir hatırlatma yapayım.28 Şubat Süreci 8 Temmuz 1996 tarihinde Refayol Koalisyonu'nun güven oyu almasıyla başlayıp, 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu kararlarıyla resmileşen ve 18 Haziran 1997 de Erbakan hükümetinin istifa etmesiyle ilk raundu biten darbe dönemidir.



Fethullah Gülen'e baskılar da 1999 yılının işidir. Evet o tarihlerde de 28 Şubat Süreci devam ediyordu. Fakat Fethullah Gülen'in gördüğü baskılar nedeniyle onu 28 Şubat Mağduru ilan etmek biraz garip kaçacaktır.

Neden garip kaçtığını bir kaç örnekle açıklayayım:

Tarih 18 Nisan 1997, Fethullah Gülen açıklama yapar,




28 Şubat döneminde buna benzer bir sürü açıklama görebiliriz. 28 Şubatın başarılı olmasında en büyük pay sahibi verdiği koşulsuz destekle Gülen Cemaatidir.

1999 yılındaki yargılandığı/baskı gördüğü döneme kadar, Fethullah Gülen'in ve Cemaatin bazı icraatlarına bakalım.

Tarih 18.10.1998, Fethullah Gülen Cemaatinin Üniversitesinde başörtüsü yasağı haberi, Hürriyet Gazetesinde " FETHULLAHÇI OKULDA TÜRBAN YASAĞI " haberiyle verildi.


Tarih, 27.12.1997 Fethullah Gülen'in Onursal Başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı uzlaşma ödülleri dağıtır. işte ödüller,

Devlet Adamı Ulusal Uzlaşma Ödülü: Süleyman Demirel

İş dünyası:Aydın Doğan, Sakıp Sabancı, Üzeyir Garih, Nihat Gökyiğit, Bayram Meral.

Medya-sanat: Rıza Zelyut, Nevval Sevindi, Gülay Göktürk, Şahin Özer ve Hülya Koçyiğit

Eğitim ve Kültür: Özel Yamanlar Eğitim Kurumları Başdanışmanı Sami Yıldırım, Prof. Dr. Nilüfer Göle, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. İhsan Doğramacı, Prof. Dr. Şerif Mardin


Siyaset: Hikmet Çetin, Bülent Ecevit ve Mustafa Kalemli.


O gece Fethullah Gülen, Süleyman Demirel için şu ifadeleri kullanır "Günümüzün en büyük devlet adamı ve uzlaşma kahramanı’’ ve sonra ödülle yetinmez ‘‘Bu plaket yerine, kabil olsaydı, bu duygularla gönlümüzden bir buket sunmayı isterdik" sözleriyle Süleyman Demirel'e duyduğu hayranlığı açıklar.

Haberin linki,


Tarih 20.05.1998, Fethullah Gülen okullarında okuyan öğrenciler, 28 Şubatın Genelkurmay Başkanı
İsmail Hakkı Karadayı'yı Rusya'da karşılar.


Tarih 20.07.1998, Fethullah Gülen'in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen Abant Toplantılarının konusu;"İslam ve Laiklik"dir. Karar metninden cümle, "Günümüz müslümanları islam dünyasının gündelik problemlerini çözüme kavuşturma yetkisine sahiptirler’


Fethullah Gülen 28 Şubatın Mağduru değildir. Onun durumu için söylenecek şey, "Devrim önce kendi evlatlarını yer" olacaktır.

27 Şubat 2012 Pazartesi

28 Şubat II.

15 yıl olmuş. 15 koca yıl. Ergenlik döneminde sivilce patlatacak, ailesine trip atacak, aşık olacak yaşlardayken Milli Güvenlik Kurulu, Doğan Medya Center, TUSİAD merkezlerinde meze olan çocuklardık biz. Gittiği sohbetlerde fişlenen, eşi subay cumhuriyet kadını öğretmenlerce hakarete uğrayan, disipline verilen, kırklı yaşlardaki başörtülü öğretmenlerinin peruk taktığını gören çocuklardık. Hayalleri iğdiş edilmiş, ta ki hayal kurmaktan korkar olmuş, yıllarca toparlanamamış çocuklardık biz. 15 yaşındaydım 28 Şubat 1997 tarihi hiç ama hiç aklımdan çıkmadı, çıkmayacak. İyi ki ahiret gününe iman ediyorum, iyi ki Allah azze ve celle'nin huzurunda hiç bir hesabın yarım bırakılmayacağını biliyorum.

17 Şubat 2012 Cuma

MİT Kavgasının Kısa Özeti 2 (albüm hediyeli)

Türkiye tarihinde neredeyse ilk defa, bir olay 11. gün sonunda bile tartışılıyor. 14 Şubatta bıraktığım özeti devam ettirmek istedim. ( Bu konu da beni yüreklendiren, @volkitalking e teşekkürler)


33- 14 Şubat Tarihinde, Özelistihbarat nikiyle twitter da yazan,Sabah Gazetesi muhabiri Abdurrahman Şimşek, telefon dinlemelere dair bilgileri TİB'in sızdırdığını açıkladı. hemen akabinde Mehmet Baransu, Abdurrahman Şimşek'in MİT elemanı olduğunu yazdı. Abdurrahman Şimşek ispatlamazsan şerefsizsin diyerek cevap verdi.


34- Sevilay Yükselir'in Beyaz TV deki programına Mehmet Eymür katıldı. Yeşil'den Mit'e bir sürü şey söyledi (mi ) fakat asıl bomba Sevilay Yükselir'den geldi. Sevilay Yükselir, Mehmet Baransu'nun iki ay önce Taraf yazı işleri toplantısında "Hakan Fidan'ı yakında gözaltına alacaklar" dediğini söyledi.


35- 15 şubatta İstanbul Emniyetinde PKK/KCK masasından 9 üst düzey polis görevden alındı. 13 şubatta KCK operasyonu yapılmıştı.

36- Diyarbakır Batman vd. illerde KCK operasyonu kapsamında gözaltına alınan 36 kişi serbest bırakıldı.

37- 14 Şubatta Savcılarla görüşen Mehmet Ali Birand "ikna oldu"


38- Savcı Sadreddin Sarıkaya hakkında gizliliği ihlalden soruşturma açıldı. Taraf olayı manşetten gördü. (sürmanşetin 1. özetteki 26. madde ile hiç bir alakası yoktur, o sizin uydurmanız)




NEREDEN ÇIKTI BU İSRAİL (39-42 arası )


Hakan Fidan'ın ve diğer mit görevlilerin ifadeye çağrılma olayı sonrası akla ilk gelen ülke İsrail olmuştu.

39-Önce Emre Uslu, Hakan Fidan'ın Oslo'da görüşmesini eleştirirken "ya Mossad binayı patlatsaydı" yazdı. Niye Mossad bu görüşmeden rahatsız ben bilmiyorum, belki Emre Uslu açıklar.


40- İhsan Dağı Üstadımız her taşın altında İsrail'i arayanlara çok kızdı.


41- Hüseyin Gülerce, olaya farklı bir açılım getirdi. (video uzun 35:40 ve sonraki üç beş dakikayı izleyin, bir de 47:20 deki güzel muhabbete kulak kabartın. @kaankk a teşekkür ederim ) (Hüseyin Gülerce'nin açıklamalarını ilk farkeden Cenk Açık oldu. @acikcenk yani )

42- Taha Kıvanç olarak taraf tutmadığını açıklayan Fehmi Koru, yabancı istihbaratları hatırlattı


43- Devrimci Karargah Örgütü lideri Orhan Yılmazkaya'nın da MİT'çi olduğu iddia edildi.


44- Erhan Başyurt, İstanbul Emniyetindeki PKK masasında çalışan polislerin görevden alınma sebebi olarak ilginç bir iddia ortaya attı.

45- Mümtaz Er Türköne, başbakanın bu kavgaya karışmaması gerektiğini yazdı.

46- Başbakan'ın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan, Yasin Doğan mahlasıyla yazdı, bu oyunun farkındayız.

47- Hüseyin Gülerce aynı gün, Yalçın Akdoğan'ın yazısına benzeyen bir yazı yazdı. iki yazının ortak noktası, "cemaat ve akp arasında bir gerilim olmayacağı lakin iki tarafında kendi bildiğini yapacağıydı. (son cümlesini çizmeyi unutmuşum, siz o cümle yüzünden sosyal medya'da AKP bitti, Has Parti akıllı olursa oy alır diyenleri getirmeyin )


48-Taraf Gazetesi yazı işleri müdürlerinden Kurtuluş Tayiz, Habur krizinden MİT'in sorumlu olduğunu yazdı.

49- Kurtuluş Tayiz, bir gün sonra MİT KCK bağlantısını yazdı.

50- Nuh Gönültaş, KCK soruşturmasının bazı bakanlarca iki yıl engellendiğini yazdı.

51-Nasuhi Güngör twitter hesabından MİT krizine bodoslama daldı.

52- Fehmi Koru, "Hükümeti yıkmak istiyorsanız ya AKP'yi parçalayacaksınız, ya da karşısına ciddi bir rakip çıkartacaksınız" tüyosunu verdi.

53- Birilerinin aklına ne hikmetse tam da içinden geçtiğimiz hassas dönemlerde (tamam kızmayın) YÜCE DİVAN geldi.

54-Ve yeniden Emre Uslu

55- Taha Akyol - savcı Mit'in itirazını reddetiğini kendisine açıklamıştı, ne hikmetse Adalet Bakanı da yasayla ilgili değişikliğin Askeri de kapsayacağını Taha Bey'e açıklamıştı- hükümeti dostça uyardı. Tesadüfe bakın ki,bugün HSYK 1. Daire Başkanı da Taha Akyol'a savcıların değiştirilmesini uygun bulmayacağını açıkladı.

56-Aktifhaber AKP'yi öptü.

57- Mehmet Ali Birand "Savcılarla MİT Krizini konuşmadım, Savcılardan özür dilerim" diyerek kendisini tekzip etti.


Elbette bu maddelere eklemeler yapılır. Mesela, Ahmet Taşgetiren'in "Uhud okçularını" hatırlatması, Başbakan ve Fethullah Gülen'in telefonla görüşseler sorunların hallolacağını söylemesi, Cenk Açık'ın twitter hesabından Ferit Şahenk'in Fethullah Gülen'le görüştüğünü yazması, gene Cenk Açık'ın bie takipçisinin geçen hafta Bülent Eczacıbaşı'nın Amerika'ya giderek Fethullah Gülen'le görüştüğünü yazması, MİT kanununu Mecliste görüşülerek kabul edilmesi, bu görüşmelerde MHP ve CHP milletvekillerinin Emre Uslu ve Mehmet Baransu'dan kopya çekmesi, Hakan Fidan'ın kendisini ifadeye çağıran savcıya, "meşgulüm sonra gelirim" cevabını vermesi, İhsan Yılmaz'ın Beşir Atalay ve İdris Naim Şahin arasında gerilim olduğunu yazması, Taraf-Zaman-Bugün ile Sabah-Star-Yenişafak yazar ve muhabirlerinin birbirine girmesi(Baransu "yandaş gazeteci" tabirini kullandı, hesap edin) vs vs.


Peki ne olacak: Görünen hükümetin hamle gelmedikçe bir şey yapmayacağı. Fakat gelecek her hamle sonrası görevden alma, sürgün vs. ile cevap vereceği.


Aslında amacım, resimleri maddelerin altına eklemekti. Fakat Bu namussuz blogspot 8 MB geçen yüklemelere izin vermiyor.

Seksi pozları için tıklayın

14 Şubat 2012 Salı

MİT Kavgasının Kısa Özeti



1. Emre Uslu 4 ay önce KCK içinde MİT’çiler var yazısını yazdı. Kimse ciddiye almadı.

2. Kemal Burkay Türkiye’ye geldiğinden bu yana PKK’yı devlet kurdu dedi, BDP ve ekürileri demediklerini bırakmadı.

3. Turgay Güler 31. Aralıkta Twitter hesabından , “.Başbakan her şeyin farkında. "Fidan'a dokunan yanar". Kıçı başı oynayanlara duyrulur. Bir "Fidan" ekersin. Yerli tohumdan, GDO'suz. Bu topraklarda filizlenmiş. Büyümesini, meyve vermesini beklersin Amaa..... Ama b...k böcekleri, Fidan'a musallat olur. O'nu çürütüp, yok etmek ister. Ama toprak, b...k böceklerine bu kez fırsat vermeyecek.. ” yazıp üstüne şubatın ortasında ortalığın karışacağını yazdı. Kimse o tarihlerde iplemedi.

4.Gülen Cemaati MİT'te kadrolaşamadığı için çok kızgın. Bu kızgınlık Cemaate yakın yazarların yazdıklarından çok net ortaya çıkıyor.

5.Fethullah Gülen Mit tantanası başlamadan iki gün önce, haftalık mutad sohbetini gerçekleştirdi. Sohbet gayet sertti. Makam mevki sahiplerinin başkaları aracılığıyla zengin olmasını eleştirdi (buraya geleceğiz) , ikincisi de gücü eline alanların muhalif istemediğini, kendileri dışında kimseye alan bırakmadığıydı.

6.Hakan Fidan ve Ahmet Davutoğlu'nun İran'a askeri müdahaleye karşı olmalarına kızgınlar. Ahmet Davutoğlu Mit Operasyonu'nun arkasındaki gücü iyi tahlil edip, Amerika'da " İran'a saldırı felaket olur, İsrail'de Filistin konusunda ne istediğine karar versin" açıklaması yaptı.

7.Cemaat kendilerinde olduğu söylenen gücü test etmek istedi.

8.Savcı telefonla Mit müsteşarını ifadeye çağırırken haberi Hürriyet Muhabirine fısıldayarak, suru üfledi.

9.Başbakan konuşmasa bile, Bülent Arınç, İsmet Yılmaz (ki uzun zaman sonra ilk defa konuştu ), İdris Naim Şahin ve Abdullah Gül'le ortak tepki gösteren iktidar Cemaati şaşırttı. ( tam burada bülent Arınç'ın konuşmasında "savcıdır ne isterse yapar" cümlesini not edelim)

10.Bu süreçte Adalet Bakanı hiç konuşmadı. Konuştuysa bile esamesi okunmadı. Kanun teklifinin askerleri de kapsayacağını Taha Akyol’a açıkladı. Taha Akyol’un 4 Mit görevlisinin hakkında tutuklama kararı çıktığını ilk öğrenen gazeteci ! olduğunu da unutmayalım.

11.Hükümet ilk hamle olarak Operasyonu yapan üç Polis müdürünü görevden aldı. (bu isimler ne hikmetse Cemaate yakınlığıyla bilinen isimlerdi )

12.Mit, Savcılığa yetki itirazı yaptı.

13.Savcılık MİT’in itirazını işleme bile almayıp üstüne yakalama emri çıkarttı.

14.Bütün bunlar olurken önce Mehmet Baransu'nun Mit görevlileri tarafından takip edildiği, sonra da MİT'in Taraf yöneticilerini ve ne hikmetse Mehmet Altan’ı başka isimler kullanarak dinlettiği ortaya çıktı.

15.Aktifhaber ve Bugün gazetesi MİT’in “kirli çamaşırlarını” ortaya çıkarmak için olağan üstü bir çaba içerisine girdiler.

16.Bu haberlerden bazıları, KCK içinde yüzlerce MİT elemanı olduğunu, MİT’in askerlerin ölümünden sorumlu olduğunu, MİT’in İbrahim Tatlıses’e saldırıda rol aldığı (gülmeyin),Öcalan ile PKK asındaki irtibatı sağlayan avukatın MİT mensubu olduğu ve son olarak Suriyeli Muhalif lideri Esad Yönetimine teslim ettiği ( bu haber altı ay önce, cemaat yayın organlarının hiç ilgisini çekmemişti)

17.Ak Parti Mit yasasında değişiklik için yasa teklifini meclise verdi.

18.Mit yasası için meclise teklif verildiğinde, Mehmet Baransu önderliğinde bir grup AKP’nin oy kaybedeceğini, Has Parti akıllı olursa oy patlaması yapabileceğini söyledi. Numan bey aynı akşam Twitter’a girerek, Has Parti olarak MİT sürecinde hükümetin yanında olduklarını açıkladı.

19.Nuh Gönültaş, Twitter’da “Sorun hakan fidan degil ki. Adi ustunde fidan. Buyuyecek agac olacak! Besir atalayin telkinlerinden uzak durmazssa basina boyle cok is gelir” yazarak dikkat çekti.

20.Başbakan Cuma akşamı ameliyat oldu. Ameliyata girdiğini ilk Bugün Gazetesi internet sitesinden duyurdu. Haber başka bir metinle “başbakanın kanseri ilerledi” Odatv de bir iki dakika sonra verildi. Bugün haberini hemen pasife aldı.

21.Bu esnada Abdullah Abdulkadiroğlu, Mehmet Baransu, Bülent Korucu, Mehmet Kamış, Adem Yavuz, İhsan Yılmaz, Emre Uslu gibi isimler Twitterda kimi zaman yazdıklarıyla kimi zaman da sildikleriyle dikkat çektiler.

22.Sabah Gazetesi yazarı Sevilay Yükselir Ergenekon’un iki numarasının eski MİT Müsteşarı Teoman Koman olduğunu yazdı. Ergenekon’la yatıp, ergenekon’la kalkan, STV, ZAMAN ve TARAF’ın hiç dikkatini çekmedi.

23.Sabah Gazetesi muhabirleri, İHH’ın İsrail’e yakın istihbarat adamlarınca takip edildiğini ve Bülent Yıldırım başta, bazı isimler için dava hazırlığının olduğunu açıkladı.

24.Mit görevlilerini sorguya çağıran savcı görevden alındı.

25.Fethullah Gülen, başbakana geçmiş olsun mesajı yolladı. Hatta çok çalışıyorsunuz, size nazar değiyor olabilir dedi.(birinci ameliyattan sonra beklendiği halde geçmiş olsun mesajı yayınlamamıştı.

26.Kamu İhale Kurumuna baskın düzenlendi. (Fethullah gülen’in 5. Maddedeki açıklamalarıyla hiç alakası yok, o sizin çağrışımınız)

27.Ali Bulaç, yazısında İktidara, “işbirliği yapın” dedi.

28.Ali Ünal aynı gün bir rüyadan yola çıkarak “dokunan yanar” sloganına yeni bir açılım getirdi.

29.Cemaate yakın yazarlar, Cemaat ve Emniyet olmasa AKP askeri vesayete karşı gelemezdi dedi.

30.Süreç başladığından bu yana sert yazılar yazan Yeni Şafak gazetesi yazarı, Abdulkadir Selvi, başbakanın paşalara bağırdığını yazarak,cemaate gözdağı verdi.

31.Hakan Fidan için sırasıyla, “Hain, hain değil etrafındakiler hain, aslında iyi biri ama Ergenekon rehin aldı, hem o niye PKK ile görüştü, Hakan Fidan’la kim uğraşıyor (gülmeyin aynı kişiler dedi), eğitimi yetersiz, istihbaratı bilmiyor, “ yorumları yapıldı.

32. BDP Genel Başkanı Selehattin Demirtaş, PKK'nın sivillere yönelik yaptığı saldırıları MİT'in adamlarının yaptığını açıkladı.

Gözden atladığım şeyler var mı? Elbette var. AKP ile Cemaat arasında bir savaş var. Bu savaştan kim galip çıkacak göreceğiz. Yakında yeni cepheler açılır mı, yoksa iki tarafta zorunlu ateşkes mi imzalayacak göreceğiz. Ateşkes imzalansa bile, savaş baltalarının ilk fırsatta tekrar çıkacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.

Not: kendi düşüncem nedir onu yazmayı unutmuşum. 2007 tarihinden bu yan AKP'nin neredeyse hiç bir icraatını benimsemedim. Buna rağmen, bu parti halkın oyuyla iktidar oldu. Götüne güvenen kendine güvenen parti kurar seçime girer.

22 Ocak 2012 Pazar

İttihad-ı İslam’a Hrant Dink Molası

19 Ocak’da yapılan Hrant Dink yürüyüşü İslamcı camiada farklı tartışmalara neden oldu. Mazlumder’in katılımı bekleniyordu fakat Mavera Gençlik ve 16 Temmuz Gençlik Hareketi'nin katılacaklarını beyan etmeleri, onlardan beklenmediği için olsa gerek tepki topladı. Kimisi davaya ihanet etmekle, kimisi İslami camianın dertleri varken bir “Ermeni’nin” derdiyle uğraşmakla suçladı.

Bu yazıyı yazma nedenim, Milat Gazetesi yazarı Selman Maltaş’ın bugün yazdığı “Hrant Dink’i Anma Bayramı” isimli yazı. Selman Maltaş, nam-ı meşhur Dudayeva, yazısında “Çünkü popüler olan şeyleri sevmiyorum. Bazı İslamcıların liberallerin gözüne şirin görünme hevesinden hazzetmiyorum” diyerek Hrant Dink yürüyüşüne niye katılmadığını ve katılan 16 Temmuz Gençlik hareketiyle bağını neden kopardığını açıkladı.

Aslında bu yazı direkt Selman Maltaş’a cevap yazısı olarak başladı. Fakat, Forza Ümmet sayfasını kuran, Arap İsyanları'na, Ahmet Davutoğlu’na koşulsuz destek veren, Arap İsyanları'nı organize eden gençlerden ilhamla kurulan 16 Temmuz Gençlik Hareketi’ne destek veren, Mavi Marmara yürüyüşünde Ekşi Sözlük İslamcıları'nı temsilen pankart hazırlatan Selman Maltaş’ın “popüler olan şeyleri sevmiyorum” demesine anlam veremedim. Tıpkı 16 Temmuz Gençlik Hareketi Facebook’tan Hrant Dink anmasına katılacağını beyan etmesinden kısa süre sonra, 16 Temmuz Hareketi’nden ayrıldığını açıklamasına anlam veremediğim gibi.
Selman’ın yazısında yaptığı diğer vurgu, “liberallere şirin gözükme” çabasıydı. Öncelikle adını koyalım, Hrant Dink yürüyüşüne katılan onbinleri liberal olarak tanımlamak kusura bakılmasın ama, ezberci bir yaklaşım. Türkiye’deki tüm liberallerin sayısı bile o kadar değil.
Diyelim ki, o yürüyüşe katılanların büyük çoğunluğu liberal ya da solcu. Elimizde hiçbir done olmamasına rağmen büyük çoğunluğunun İslam’la problemleri olduğunu kabul edelim. Bütün bu nedenler, zalimce öldürülen, ölüsüne ve kalan ailesine saygı gösterilmeyen Hrant Dink için adalet istemeye engel değil ki...

Biz kendisini her şeyden önce Müslüman diyerek tanımlayan insanlar olarak, adil olmak zorundayız. Bu bizim vicdani sorumluluğumuz değil, İslami sorumluluğumuz. Gerek 16 Temmuz gerekse Mavera Gençliği yürüyüşe katılma nedenleri anlatırlarken İslam’a uygun argümanlar ortaya koydular. Selman Maltaş ve karşı çıkan diğer İslamcılar kalplerden geçenleri mi görmeye başladılar?

Hrant Dink’i katleden güruhu ortaya çıkartıp, bunların ceza almasını sağlamak, bu ülkenin Müslümanlarının üzerindeki vebaldir. "Müslüman gençlerin liberaller vs ile ne işleri var" diyene kadar, bu cinayetin suçlularının (ihmali olanlar dâhil) cezalandırılmasını niye bu kadar az dertlendik, niye ailesine 'başınız sağolsun'u çok gördük, bunu tartışmamız gerekir.

Lütfen kimse “Hrant Dink öldürüldü ama şu şu olaylarda onlar yoktu” demesin. Biz satranç piyonu değiliz ki hamlemizi karşı tarafın hareketlerine göre belirleyelim. Kaldı ki söyledikleri olaylardan Bayram Ali Hoca ve Hızır hocanın şehid edilmesinde İsmailağa bile sokağa çıkmadı.
İttihad-ı İslam için yola çıkan insanlar, ilk fikir ayrılığında yola çıktıkları insanlarla bağlarını kopartıyorlarsa, yüzyıllardır aralarında ciddi ihtilafların olduğu ümmeti nasıl birleştirecekler, merak ediyorum.


Allah bizi adaletinden ayırmasın.

16 Ocak 2012 Pazartesi

Lamartine'e ''Dünyaya son kere bakacaksın deseler, bunu İstanbul’un Çamlıca’sından isterdim'' dedirten, N.Fazıl'ın ''zaman mekan aşıp geçmiş sevgilisi'' olan İstanbul'a yapılan bu tecavüze ve tecavüzcülere bir çift lafınız var mıdır? - http://goo.gl/lMSML

Haberdeki Mimar Sinan Genim, akp'nin kadıköy belediye başkan adayıydı.

Ben "İstanbul'un Silueti" muhabbetini hiç anlamıyorum. Aklıma yeşilçam filmlerinden bir sahne geliyor. Kötü yola düşen kızımız, altına yattığı erkekleri öpmez, çünkü sadece sevdiği erkeği öpecektir.

Bu şehrin silueti boğaz köprüsü yapıldığında bozuldu desem, bana;"a gerizekalıya bak köprüye karşı" dersiniz.

Bak şimdi aklıma geldi, yaşı yetenler hatırlar, eskidenAaltunzade'den köprü yoluna girdin mi, en büyük bina karayollarının binasıydı. Gökdelen falan hak getire. şimdi bakın bakalım o bölgede kaç tane gökdelen var.

Dahası şehrin her yerinde yapılan, hepsi Fransız balkonlu en az yirmişer katlı siteleri saymıyorum. (efendim yirmi katta ne mi var ? )

Eğer gökdelen medeniyetine karşı çıkmıyorsak, Sultanahmet Camii'nin arkasında Çük gibi görünen binalara da karşı çıkmayacağız. Kadıköy sahile yapılan ve ne hikmetse kimsenin umurunda olmayan garabet rezidansa karşı çıkan var mı?

niye soru soruyorsun?